"Var mısın?" "Hem Varım Hem Hiç" 💭



Efenim selamlar. Varlık Dergisi'nin Aralık sayısında sevgili Değer Tuncel'in benimle yaptığı bir söyleşi yayımlandı, taze taze. Hem onun haberini vereyim, hem de söyleşinin çıktığını bildiğim halde internette birden karşıma çıkan kendimi görünce hâlâ epey şaşırdığımı siz blog dostlarıyla paylaşayım istedim. 

Yaptığım işin "kendimi görme" kısmı hep tuhaf benim için sanırım. Pandemide iki yıl boyunca çevrimiçi ders vermek zorunda kaldığımızda ekranda habire kendi tipimi görünce de çok yadırgıyordum. Öğretmenlik sosyal bir iş, evet, ama kendinizi gördüğünüz ya da "kendinizle ilgili" bir şey değil haliyle. Eh, yazarlık desen, masada bir başına hım hım. Hâl böyle olunca, hele de hayatı boyunca kalabalık ortamlarda göz önünde  olmamak için elinden geleni yapan birini (bkz.blogun adı, "Köşe", ben de Köşenin Delisi) azıcık şaşırtıyor böyle şeyler.

Son üç yıldır kitaplarım çıktı, hem yazılı hem okurlarla, dostlarla, öğrencilerle karşılıklı edebiyat sohbetleri yapabildiğimiz yüz yüze söyleşiler yaptık, ama sanırım adımı 92 yıl önce kurulmuş ve o 92 yılda içinden çok sevdiğim isimler geçmiş Varlık'ta görene kadar, nedense yaptığım işlerle gurur duyma gibi bir şeyim ol(a)madı. Olamadı, çünkü gurur benim şu hayatta en uzak durmaya çalıştığım, en ürktüğüm, en "başkasının başarısından kendine pay çıkarıyor derler mi" dediğim şey sanırım. Ya arkadaş, hadi gurur duyma da, insanların övgülerini doğru düzgün, hım hım yapmadan kabul et bari di mi? Yok, o da zor zanaat ben gibiler için. Kaçarak uzaklaşma, masanın altına girip geri çıkmama hissi geliyor.

Psikolog var mı ya burayı okuyan? Hadi bi el atın şu masanın altındaki çocuğa sevabına ya. Ne olmuş, nerelerinden kaçar kez kırılmış da onca emekle yaptığı şeyler  takdir görünce "utanacak" hale gelmiş? 

Ama bu yıl ciddi bir kırılma yaşadım bu gurur çekimserliği meselesinde. Oğlum Tıp Fakültesi'ne girdi ve yılların emeğinin, çalışmasının, azminin karşılığını aldı mis gibi.🙏🏻🧿 Ve ben gerçekten çok ama çok gurur duydum onunla. Herkes dedi ki, sizin de payınız var elbette, huzurlu ve sağlıklı bir ev ortamı sunabilmişsiniz vs vs. Yok, hiç oralarda değildim gerçekten. İnşallah sunmuşumdur/sunuyorumdur öyle bir ortam, o ayrı, ama o benim hem görevim hem de hiç zorlanmadan, içimden gelerek yaptığım şey zaten. 

Ben bu yıl, gurur duymanın kendime pay çıkarmak değil, birinin emeğinin hakkını verip onun adına çok mutlu hissetmek olduğunu hayatımda belki ilk defa bu kadar net duyumsadım. Elbette eşimin yıllar içinde aldığı bir sürü muhteşem bisiklet yarışı sonucuyla gurur duyuyordum, elbette oğlumun her veli toplantısından çıktığımda söylenen her şeyden dolayı yüzümde kocaman bir gülümseme oluyordu. Ama dedim ya, ilk kez bu yaz, gurur duymam karşı tarafın başarısına ortak çıkma hadsizliğine eşdeğermiş gibi hissetmekten otomatikman sıyrılabildim.


Ama kendimle gurur? O hâlâ zor. Bir gün olur mu onu da bilmiyorum. Dkn internette dolanırken Varlık Dergisi'nin paylaştığı yukarıdaki gönderiye denk geldiğimde bir şey kıpırdadı içimde. Gurur değildi de, "Aferin be elif, onca kuru gürültüye, arkandan konuşulanlara, alkışlıyor görünümünde gözünün önünde büyüyen hasetlere rağmen (haset çoğul oluyor mu yahu, bilemedim), yılların emeği karşılık buldu bak nihayet. Ta 1933'te Yaşar Nabi Nayır'ın yayımlamaya başladığı, içinden Melih Cevdet Anday'ın, Orhan Veli'nin, Cahit Sıtkı'nın, Bedri Rahmi'nin, Tarık Dursun K.'nın, Ece Ayhan'ın, Attilâ İlhan'ın, Aziz Nesin'in, Tomris Uyar'ın, Yaşar Kemal'in ve daha nicelerinin geçtiği Varlık'ta bir varlığın var artık. Bak bunları yazınca bile hemen geri silme hissi geldi üstüme. "Sen kimsin de bu insanlarla kıyaslıyorsun kendini? Görgüsüz gibi yazdın bir de, hemen oldum mu sandın?" dedi bir türlü huzur bulamayan içelif.

Yok be canım. Valla istesem de giremem o kıyasa. Kıyas için yan yana durmak lazım. Ben kaçtım gittim çoktan bak. Uzak bir köşede duvara dönük masada oturdum, başımı da iyice öne eğdim ki arkamdan geçip gidenler fark etmesin. O kadar ki bu yazıyı bile her an silebilir ya da yayından kaldırabilirim "aman ne ukalaca oldu, ayıp ayıp hanım kendini mi övdün sen" diye düşünerek. Artık kısmet.

"Bir zamanlar fakir ama gururlu" değil de, ömrü boyunca başkalarını memnun etmeye, başkalarının ezik egolarını tatmin etmeye çalışmaktan, emeklerinin karşılığını aldığında kendine aferin demeyi becerememiş gurur-özürlü bir genç vardı. Şimdi elliye merdiven dayadı, ve artık genç olmamanın verdiği yeni "eeeeh yeter ama" bıkkınlığıyla, kendi sırtını sıvazlayıverdi herkese rağmen. "Kimseye ağız yüz eğmeden, kimsenin kuyusunu kazmadan, kimseyle yarışmadan, sadece kendi yolunda yürümeye inatla devam ederek geldiğin yerde az dur, soluklan, gülümse, tadını çıkar," dedi. "Ezme artık kendini ve boşver şu dost görünümlü, herkese çok güleryüzlü ve sevecen görünüp arkadan konuşan kurtları." (Kurtlara da haksızlık oldu bak, şimdi bir de onu düşüneceğim. Neyse.)

Tam şu an bu parça şart oldu neden bilmem.


Bu yazı uzar gider. Ama kalkıp hazırlanmam ve yine dünyayı kurtaracağımız çok mühim bir toplantıya gitmem gerekiyor. İyi ki öğleden sonra dersi seçmişiz ha, sabahları da habire okuldayız, ne anladık bu seçimden bilmem.

Buyrunuz bu da Parşömen'in bu yılki edebiyat soruşturmasında ben ve önceki senelere göre artık epey kısalan cevaplarım.

Yorumlar

  1. doğrusu ya, üniversite yıllarımda sürekli aldığım, sonraları daha seyrekleşse de dergi okumalarım, benim için hep çok özel bir yerde olan Varlık'ta söyleşin çıkacağını okuyunca sosyal medyadan, ben çok gurur duydum seninle Elifcim. "sana ne yahu" demezsin dilerim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aaaa aşk olsun ne demek "sana be" 😳 Asla ve çok estağfurullah. Bu konudaki kendi kazmalığımı ifade etmeye çalışmıştım yazıda. 😂

      Sil
    2. Ve tabii ki "adsız" benim 🙄😏

      Sil
    3. Yukardaki de "be" diil *ne olcak tabii. Ay ne zor oluyormuş telefondan.

      Sil
  2. Oğlunuzu tebrik ederim başarılar dilerim. Tabiiki insan çocuğuyla gurur duyuyor ama bunda sizin de emeğiniz var. Hülya

    YanıtlaSil

Yorum Gönder