Sefil mahlukat insan

Bir kendime bakıyorum, bir de merdivenin köşesine sinmiş gitmemi bekleyen toparlak kirpiye...Ben kocaman, o küçücük; ben bir sürü saçmasapan giysiyle sarmalanmış, o kendinden giysili; ben aptal aptal seslerle onu kendime döndürmeye çalışan, o sessiz sakin bana sırt çeviren; ben insan, o kirpi...

Bir ıslak arnavut kaldırımında kaymadan yürümeye çalışan sarsak ayaklarıma bakıyorum, bir de Hazırlık'tan ta Kütüphane'nin oraya kadar uzanan gökkuşağının şeffaf ayaklarına... Benim ayaklar ürkek, gökkuşağınınkilerse kendinden emin, uzaktaki o iki binanın yanına sağlam bir şekilde basmış; benimkiler haki spor ayakkabılarımın içinde iyice küçülüp gitmiş, onunkilerse bedeninden büyük ve rengarenk; benimkiler ayak, onunkiler Eldorado...

Bir kendi cismime bakıyorum dışardan, bir de lacivert-gri-beyaz-siyah göğe arabanın içinden... ben ufacık, erişilmesi kolay ve basit, o ise koskoca, erişilmez ve katman katman; ben şaşkınlıkla büyüyen gözlerimle döküveriyorum içimi ortalığa, o soyulan deri parçaları gibi parça parça bulutlarıyla gizliyor yıldızların ve kendisinin neredeyse hepsini; ben hayranlıkla ona bakıyorum, o ise burnu havada, kendinden ve güzelliğinden emin, gittikçe daha da yükseliyor...

Bir aynaya bakıyorum kendimi başkalarına ve kendime beğendirme endişesiyle, bir de aynadan görünen kedime, tasasız, masum, güzelliğinin farkında olmayışının verdiği bir güzellikle yalanan...

Bir içime bakıyorum, bir de dışıma.

Ne masumken gerçekten masumum, ne de kötüyken gerçekten kötü...

Ne severken gerçekten özgürüm, ne de sevmezken...

Ne varım insanlar için, ne de yokum.

Ne kediyim, ne kirpi.

Sadece sefil bir insan.