Kar


Çok güzelsin. Her zamanki gibi. Ağaçların, kaldırımların, çatıların, toprağın üstünü kaplayıverdin saatler içinde.

Ve şu an öyle güzel ve anlamlı yağıyorsun ki... Dünyayı olduğu halinden bambaşka bir hale bürüyerek kısa bir süreliğine de olsa bir ara vermişiz, farklı bir yere gitmişiz hissi yaratıyorsun.

Aslında göründüğün kadar iyi değilsin... Ne de olsa örtüyorsun. Kapatıyorsun. İnsanı içine işleyecek kadar ıslatıyorsun. Bir şeyler hep gizli kalıyor sen olduğunda. Onca ışığa rağmen. Hani kör eden güzellik misali.

Ve sonra bir gün geliyor, güneş dokunuyor o güzelliğine ve insanlar senin o zarafetine, o biricikliğine, o sessiz, kendi kendine var oluşuna aldırmadan geçip gidiyor üstünden. Kimini düşürüyor, kimini mutlu ediyor, kimini sinirlendiriyorsun. Ama en mutlu ettiğini sandığın bile ezip geçiveriyor seni; yapacak başka bir şeyi yok çünkü, köprüler yıkılmış çoktan ve karşıya giden tek yol senin üstünden geçiyor. Ve çamura dönüşüveriyorsun bir anda. Sıçrayan, kirleten, bulaşan, kayan, kaydıran... Bir bahçelerde, ağaçlarda, yapayalnız dağların tepesinde ve kedi patilerinin, minik kuş ayaklarının sessiz izlerinden başka iz olmayan sıcak toprakta kalıyorsun gerçekte olduğun gibi. Birileri seni hala o ilk, o saf, o temiz, o en güzel halinle görmek ya da hatırlamak için arada gelip bakar umudu var içinde, ama bu çok da sağlam bir umut sayılmaz aslında. Bahar kapıda ne de olsa. Soğuk, ıslak ve göz alıcısın sen. Herkes istemez seni. Herkes başa çıkamaz seninle. Ve bahar gelip de büyülü uykusundan uyanan renk ve ses cümbüşü etrafı sardığında, yok olduğunu sanacak herkes. Unutacaklar çünkü, çimenleri yeşerten, çiçeklere renklerini veren,  nehirleri coşturan senin suyun. Sen olduğun için onlar öyle canlı, diri, hayat dolu.

Çamura dönmeni bekler insanlar. Ya da eriyip gitmeni güneş ışıklarıyla. Bilmezler, ya da görmezden gelirler senin getirdiğin sessizliğin huzurunu. Belki bilirler de, sevmezler, kabul edemezler.

Yağ sen. Hiç kimse için değilse bile, benim için. İyiliğinle, kötülüğünle, gerçekliğinle, tehlikeyi örten maskenle, beyazınla, yumuşaklığınla, serinliğinle, inceliğinle, ta içine bakamasam da o parlak ışığınla seviyorum seni. Başka hiç kimse sevmese de.

Ah, eski, buharlı bir trende olsam şimdi. Dışarısı seninle bembeyaz olsa ve dağların arasından, donmuş nehirlerin üzerinde ömürleri yettiğince sabırla bekleyen köprülerden geçsek. Karın sessizliğini olabilecek en güzel yolculuk sesleriyle bozan o güzel makina ilerlerken eldivenlerimden uçları çıkan yorgun parmaklarımı koyu bir kahve, beynimin karman çorman kıvrımlarını kucağımdaki muhteşem kitap ve kalbimi de karşımdaki koltukta oturan ve o derin bakışlarını camın dışına, çok uzaklara dikmiş olan, arada gözlerini bana çevirip usulca gülümseyen oğlum ısıtsa. Ve ben gözlerimi yumsam usulca, karın herkesin farklı duyduğu şarkısını dinleyerek uyusam, uyusam, uyusam...