Düzenli Kaosun Ortasında Sesler, Sessizlikler 💭
İki haftadır uğramamışım buraya. Buraya derken, bloga yani. Yoksa hep masamdayım. Kâh günlük yazmak, kâh dönemin son final kâğıtlarını okumak, kâh Youtube'a videolar çekmek, kâh bir şeyler okumak için.
Final okumalarını dün öğlene doğru bitirip "Zafer beniiiim" çığlıkları atmak istesem de gayet kafası bitik sessiz bir elif olarak Kızılay'a inip bir arkadaşımla buluştum. "Zaferimi" kutlamak için içtiğim ve dibini bile göremediğim 33'lük tek bira akşama kadar uykulu dolaşmama sebep oldu. Senin neyine yavrum öğlen vakti bira mira, hele ki bu ara yaşadığın stresi düşünürsek? İç çayını kahveni otur. Peh.
Stres mi? Ne stresi?
Efenim, hayatın sadece bana değil herkese yaş aldıkça getirdiği birtakım şeyleri bir kenara bırakıp (çünkü Wittgenstein ne demiş, üzerine konuşulamayan söz konusuysa susmak lazım; boş boş şikayet etsek neye yarar, bir şeyler olacak ve biz de herkes gibi yaşayacağız, o zaman dans) asıl stres, ama aynı zamanda heyecan sebebime geleyim.
Şöyle ki, oğluşum beyefendi birkaç gün önce on sekiz yaşına girdi. Şaka değil, gerçek. 18. On Sekiz. ON SEKİZ. (Tamam elif, abartma.) Ve bu hafta sonu da üniversite sınavına girecek. Allahım sadece şu son cümle bile kalbimin atış hızını anında ona katladı. Ailecek hiç fena gitmiyoruz bence, sakiniz, kimse gerilimini, heyecanını birbirine çaktırmıyor ve herkes "cool takılıyor". 😂 Arada ben cortluyorum, sabaha karşı beşte baş ağrısıyla uyanmalar, durduk oturduk yere gözlerimin dolması ya da bir anda gelen çarpıntılar vs. Ama iyi idare ediyorum bence. Püpüpüpü tütütütü, dinimiz amin.🧿 Dilerim hem canımın en içi oğluşum, hem de tüm çocuklar emeklerinin karşılığını alırlar ve haklarında en hayırlısı olur. 🙏🏻 Cidden çok emek, çok çaba.
· · ·
Yine yeni bir döneme giriyorum ve son derece farkındayım bunun. Bedenen, zihnen, duygusal anlamda. Ama hayat zaten sürekli adapte olma sanatı değilse ne?
Dün, hem fiyatlarına zam yapıp hem de dizileri/filmleri uzun reklâm aralarıyla seyrettirmeye karar veren cin-gibi-maşallah Disney kanalında baktım birkaç günümüz kalmış -zira sinir oldum ve aboneliğimizi bitirdim - önüme çıkan kısacık bir belgeselimsiyi izlerken de düşündüm bu adaptasyon durumunu. İstanbul doğumlu sanatçı Refik Anadol'un, hayatında hiç ülkesinin dışına çıkmamış dört insanı alıp seyahatin ve gördükleri yepyeni şeylerin beyin dalgalarında yarattığı farklılıkları tespit ederek ortaya çıkardığı enteresan bir çalışmayla ilgili. Refik Anadol'u şöyle anlatmış Oggito:
Dijital sanatın sınırlarını zorlayan ve geleneksel sanat anlayışını teknoloji ile birleştiren Türk asıllı sanatçı Refik Anadol, 1985 yılında İstanbul’da doğdu. Sanatçı, çağdaş dijital sanatın önde gelen isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Eserlerinde büyük veri setleri, yapay zeka ve dijital medyanın potansiyelini keşfetmek suretiyle izleyicileri etkileyici görsel deneyimlere taşımaktadır.
Bahsi geçen dört "taze seyyah"a dönecek olursak:
Amazon Ormanları'nın göbeğinde yaşayan bir adam kendini bir anda Tokyo'nun keşmekeşinde buluyor; İzlanda'dan bir başka adam Ürdün'de önce çölde çayla, sonra Petra'yla büyüleniyor; Avustralya'dan genç bir kız Kapadokya'ya âşık oluyor; Kenyalı, halk pazarı sever tatlı bir teyze de İstanbul'a, Kapalıçarşı'ya geliyor. Özellikle Amazon'un derinliklerinden Tokyo'nun göbeğine inen adamı görünce eşim, "Kafayı yememiş midir o orda?" diyor.
Adam ne yaşamıştır, ne hissetmiştir, sonrasında ormana geri dönünce o kaosu özlemiş midir yoksa "oh be evim güzel evim, canını yidiğim vahşi ormanım" mı demiştir kısmını, Anadol'un zaten kısacık olan belgeselinin sonunda maalesef sadece iki dakika falan gösterilen çalışmasındaki renk dalgalanmaları dışında anlamamız mümkün değil elbette.(Of elif ya, böyle uzun cümle mi olur allasan). Ama bir değişim yaşadığı kesin.
Çünkü bize ait olmayan, bizden farklı olan her şey bize yeni şeyler katar. Nokta net. Habire roman, hikâye falan okumamız, film izlememiz bundan değil mi? Asla yaşamayacağımız, bilmeyeceğimiz hayatlara tanık olmanın büyüsü.
Bu kısacık National Geographic belgeselini Disneysiz izlemek isteyenler için şuraya bırakıp yazıma devam edeyim:
Ve hayatta kalma dediğim anda dün gece ve bu sabah İranlı bir kız öğrencimle yaptığım yazışma düşüyor aklıma. Ailesi orada, kendisi şimdilik Türkiye'de. Ne olacağının belirsizliğinin verdiği hem çok yoğun duygular hem de tuhaf bir uyuşma ve hissizlik hali tüm mesajına yayılmış."Hâlâ şoktayım," diyor. "Aklım olan biteni inkârda."
Bir tek siz sordunuz nasıl olduğumu yazmış. Nasıl olabilir ki bu? Onca arkadaş, birlikte yenilen içilen eğlenilen? Ne diyeceğimi bilemiyorum önce, uzun uzun yazmak, savaşın korkunçluğuna falan sövmek istiyorum. Sonra son dönemde öğrencilerim kadar kendime de sık sık söylediğim şeyi hatırlıyorum: etki edebileceğin şeyler sınırlı, o etki alanını tespit et ve ona odaklan, dağılma, yapamayacağın/değiştiremeyeceğin şeyler içinde boğulma.
"Senin için yapabileceğim bir şey olursa, konuşmak ya da birlikte susup oturmak istersen buradayım" gibi bir şey yazıp yolluyorum.
Sonrası sessizlik. Bunca kaosun, karmaşanın, haksızlığın, acının içinde kocaman bir sessizlik.
Yazının başına koymak için öylesine çektiğim şu fotoğraf gibi belki. Her şey var. Yazacak şey de, silecek şey de, silmeyip üstünü kapatacak şey de, masanın kullanılmayan kısımlarına sinsice çökmüş toz da, dikkatli bakıldığında pencerenin dışından göz kırpan muhteşem kırmızı güller de. Her şey bizim için ve aslında dünya her ne olur olsun dönmeye, çiçekler açmaya, kediler muhteşem olmaya, güneş doğmaya, karnımız canımız istese de istemese de birkaç saatte bir acıkmaya devam ediyor.
· · ·
Hadi artık bitsin bu yazı. Buraya kadar sabrettiyseniz, yayımlanalı iki haftayı geçen ama koşturmacadan unuttuğum şu tatlı söyleşinin bağlantısını da bırakıvereyim. Keyifli soruları ve dostluğu için İzmir'den sevgili editör arkadaşım İlknur Demir'e ve hiç bekletmeden yayımlayan Parşömen'e (yani Onur Çalı'ya) teşekkürlerimle.🙏🏻
Sağlıcakla.
🌎
"Dünya Biz Yazmadan da Dönüyor Çok Şükür"
öncelikle oğluşa nice yaşlar. 18 oldu ha? vay be...çok güzel bir hayatı olsun, hep kıymetini bilecek insanlar çıksın karşısına. şans, aşk, sağlık hep onunla olsun.
YanıtlaSilrefika anadol'un çalışması çok ilgimi çekti ve tabii hemen izledim ve tabii hemen uzak diyarlara gitmek istedim yine. en sevdiğim şey, biliyorsun :) oysa yaşam koşulları her gün beni biraz daha bağlıyor eve. ne diyelim, kader :) gezdiklerime sayıyorum ben de :) ama evet, roman okumayı bunca sevmemin en temel nedeni de bu aslında ve film izlemeyi de..."bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın" diyor ya şair, öyle. hatta baen düşünürüm, keşke, yeteneğim de olsaydı da oyuncu olsaydım. o "başka hayatları" sadece izlemek değil, o hayatı yaşamanın da en güzel yolu olmaz mıydı?
Canım Şulecim, çok sağ ol güzel dileklerin için. Amin. 🙏🏻🧿
SilBenim de gençken çok yapmak istediğim iki şey vardı, biri yazar olmak, diğeri dünyayı karış karış gezmek. İlki 40'ımdan sonra olabildi, ikincisi pek olamadı, artık da kısmet. Amazonlar en çok görmek istediğim yerdi, bir de Machu Picchu, bir de Tibet, bir de Japonya, bir de bir de... o kadar çoktu ki. Ama yıllar içinde, kışın kütür kütür yeşil erik ya da sulu sulu nefis kokulu çilek yiyemeyeceğimi kabullenir gibi kolaylıkla (tişikkirlir girçikçi vi ışırı mıntıklı tıbiıtım) kabullendim öyle kapsamlı gez(e)memeyi. ODTÜ ormanı neyime yetmiyor, ya da çocukluktan kalan tek arkadaşım olan Michiko'nun Youtube'da videolarımı izleyip bana whatsapp'tan yorumlar yazması. :) Al sana Amazon, al sana Japonya, al sana bambaşka hayatlar. 💙
ah benim bu aculluğum! refik anadolu'u refika anadol yapmışım :P "bazen" de "baen" olmuş, affola :)
SilAhahahaha ben de hiç yadırgamamışım ama 😂
Sil