Hayaletler




Yorgunum. Herkes gibi. Herkes kadar diyemem çünkü benden kat be kat yorgun olan çok insan var. Ama herkes gibi diyebilirim, çünkü gerçekten genci, yaşlısı, kadını, erkeği, çocuğu herkes yorgun. Ya da bana mı öyle geliyor?

Neredeyse on yılın sonunda sekiz günlüğüne çıktığım bir yurtdışı seyahatinden döneli birkaç gün oldu ama fiziksel yorgunluğumu daha bugün atabilmeye başladım. İki yakın arkadaşımı gördüm, çok gezdim, çok trene/metroya/tramvaya bindim, daha da çok yürüdüm, euro/tl hesabı yapmaya alıştım, ama çıkan sonuçlara bir türlü alışamadım. Muhteşem binalar, pırıl pırıl nehirler üzerine kurulmuş kocaman köprüler, eşimin kayıp akrabaları olduklarından şüphelendiğim, azimle koşan ya da bisiklete binen insanlar, neden sokaklarda çalıyor ki bunlar, muhteşemler dediğim müzisyenler, devasa kiliseler, katedraller, kibar ve kaba insanlar, mutlu ve mutsuz yüzler gördüm. 

İnsanların gaz odasında öldürüldükten sonra yakıldığı,  yanık kokusunun hâlâ duyulabilir olduğuna yemin edebileceğim koca bacalı bir krematoryumun olduğu, yan yana ve üst üste ufacık yataklı, çok katlı tahta ranzalarda yatmış/ölmüş/ağlamış/üşümüş/açlıktan kıvranmış insanların hayaletlerini gördüğüm odalarda dolaştığım, aynı insanların çıplak yürütüldüğü, koşturulduğu, vurulduğu taşların üstüne bastığım bir toplama kampına gittim. Krematoryumun son odasına giremedim. Sanki kapısında simsiyah görünmez bir duvar vardı ve adımımı attırmadı içeri. Gelme dedi orada yıllardır hapis kalmış ölü sesleri. Gelme, dayanamazsın ruhlarımızın çığlığına.

Aylar önceden planlanmış bu seyahate çıkmadan sadece birkaç gün önce, yüz binlerce insanın toprağın altında yattığı bir mezarlıkta, haftalarca dışarı çıkmalarına izin vermediğim gözyaşlarıma nihayet izin vermiştim. Ve dün gece izlediğim bir İkinci Dünya Savaşı belgeselinde de, odalarında dolaşıp insanların yakıldığı fırınların karşısında durduğum Dachau'nun hayaletleri değil de gerçek insan görüntüleri ekranda beliriverince, avlusunda yürürken ağlayamadığım herkese ağlarken buldum kendimi. 

Geç oluyor bende bu işler ve de güç. Çok güç. Tutmak için özel bir çabam yok üzüntümü. Ama sanki onu benim için tutan güçler var içimde. Sanki avuçlarına dolduruyorlar hüznü, çaresizliği, anlayamazlığı, ve taşacak noktaya geldiğinde de açıp serbest bırakıyorlar hepsini aynı anda.

Sevinirken de böyleyim biraz sanırım. Hediye aldığımda, ne bileyim biri yazdığım bir şeyden  çok etkilendiğini söylediğinde falan, kilitlenip kalıyorum genelde. Belki sadece minik bir teşekkür, hafif bir gülümseme, becerebilirsem. 

Dışarıdan bakan sanıyor ki kaya gibiyim, hissiz, mantık yüklü, dalgalarla aşınsa da asla devrilmeyen, sonsuz iradeli, dirayetli, yıkılmaz. Değilim. Elbette değilim. O toplama kampında ufacık el arabalarına üst üste yığılan bir deri bir kemik kalmış, insana değil de küçülüp çekmiş başka varlıklara benzeyen hüzün bakışlı adamlar/kadınlar gibi etten kemiktenim ben de ve görünenden/görüntümden ibaret değilim. Ve bunu kimseye açıklamak zorunda da değilim. Blogum kendi çöplüğüm olmasa, buraya da yazmazdım.

Belki de bunları okuyunca sandınız ki karamsar, mutsuzlukla dolu bir yazı bu. Yok, değil. Hiç değil. Güldüğüm, sevdiğim, keyif aldığım çok şey var hayatta ve bunlara her gün ama her gün şükredip hepsinin tadını çıkarıyorum. Ama yorgunluk başka; bunlardan bağımsız ve bunların yanı sıra. İnsanların sadece perdenin ön tarafında olup biteni görmeyi tercih etmesi ve kendi küçük-büyük dertlerini anlatıp dururken aralık kalmış perdenin arkasına şöyle bir bakarak zahmet edip "sen nasılsın" diye bile sormamaları da değil mesele. Cidden değil. 

Bir mesele de yok aslında. Yarın iş başlıyor. Yani okul. Ve çevirimin teslim tarihine çok az bir vakit kaldığı için sabahlarım (ve belki gecelerim) çeviri, öğleden sonralarım dersle geçecek. Yarın sabah da çeviriye yaklaşık on beş günlük zorunlu aradan sonra tekrar oturmaya bünyem kuvvetle muhtemel direnip buraya yazı yazmakla falan erteleme yoluna gideceği için, şimdi yazayım da çıksın içimden bir şeyler, yarına temiz başlayayım istedim.

Temiz başlamak. Komiksin elifcik. Nasıl ki cesetlerin istiflendiği o el arabası ne kadar temizlenirse temizlensin yanmış et kokacak, nasıl ki o toplama kampı artık bir anma merkezi haline getirilmiş olsa da o ruhlar oraya sonsuza kadar musallat olacak, her insanın bireysel yükleri de yol üstünde bir yerlere bıraksa da sırtında bir kambur, omurgasında bir yamukluk, midesinde bir ağrı, gözünde bir seğirme, nefesinde eskiden kalma bir daralma olarak hep yanı sıra gelecek.

Temiz başlangıç diye bir şey yok. Hatta herhangi bir başlangıç ya da bitiş de yok. Her şey, yaşanmışlıkların üst üste yığılmasıyla eskinin derinde, yeninin yüzeyde kalmasından ibaret. Birbirinin üstüne inşa edilmiş şehirler, eskiden gürül gürül suların aktığı nehir yataklarına kurulmuş köyler gibi.

Ne düz bir çizgi üzerinde ilerliyoruz ne de yol sadece önümüzde uzanıyor. Her şeyin bir öncesi ve gözle görünmeyen yerlere inen derinlikleri var.

Buraya kadar okuduysanız helal olsun. Sırf bu sayıklamalara katlananlara hürmetimden kesiyorum yazıyı burada. Adım attığınız her yerde, içinden geçtiğiniz her kapıda, üstünde yürüdüğünüz her köprüde birden çok geçmiş ve sayısız yaşanmışlık olduğunu ara sıra da olsa fark etmeniz ve bunun kendi ruhunuzdaki katmanları görebilmede rehberiniz olması dileğimle. (Dileğe gel... Yapacak bir şey yok, bugün malzeme bu sevgili blogcanlar.)

Yorumlar

  1. okudum tabii, anlayarak seni. ben de yorgunum çünkü, herkes kadar...sadece bu ülke değil, bu dünya yoruyor insanı. herkesi değil belki ama bizi işte. yine de işte, iyi ki dostlar var, güzellikler, tutunacak dallar var :) öperim seni canım keçim

    YanıtlaSil
  2. Gezinin fotoğraflarını imrenerek izledim. Katmanların hep en tatlısı kalsa ya zihnimizde...
    Kucaklıyorum. :)

    YanıtlaSil
  3. Bu arada bir yorumu daha spama kaptırmış bulunuyorum.
    Sevgilerle... :)))

    YanıtlaSil
  4. Sevinciğim, yorumların e-postama düşmüş ama burada yok, ne iş anlayamadım. Böyle teşekkür edeyim bari. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elifciğim,
      Bazen yazı yazdığımız ara yüze girip spama düşmüş yorumları kurtarmak işe yarıyor, aklında olsun. :)

      Sil

Yorum Gönder