Boş Koltuk




                                                                
                                                                                          Photo Credit: weddingchicks.com


Şöyle bir fotoğraf çıktı karşıma. Halbuki tam da Temmuz sonu Ankarası'nda püfür püfür bir balkon esintisinde yeni bir (ömr-ü hayatımdaki ikinci) polisiye öykü denemesine girişmek üzereydim. Öykünün geçeceği yer, maktulün ölüm şekli, olayı kimin çözeceği falan hazır kafamın içinde, geçen haftadan beri. Birtakım ön araştırmalar da yapıldı ama tabii ki o "bilgilerin" içine elifınt kırıntıları serpilecek ve dokularıyla oynanıp çarpıtılacaklar az biraz (kim bilir belki de çokça). 

Ama ben bıraktım kalemi kağıdı klavyeyi, oturdum bu fotoğrafa bakıyorum.

Bir ben varmışım burada, her neresiyse. Önce sarı koltuğa oturuyorum, daha geniş çünkü, sandalyede bile bağdaş kurup oturan bana zor dar yerler. Ama biraz nemli gibi bu koltuk ve biraz kokuyor. Yağmur nemi gibi değil, ya da havanın getirdiği rutubet. Sanki sırtımı dayadığım yerde birkaç dakika önce başka biri varmış ve ıslak kıyafetlerle epeyce kalmış. 

Masadaki kokteylimsi içeceklere takılıyor gözüm. Ne alaka diyorum, ormanın ortasında, kırk yıl kullanılıp atılmış gibi duran eski püskü iki koltuğun arasında. Ters üçgen kadehlerden birini alıp dilimin ucunu kırmızı sıvıya değdiriyorum, tahmin ettiğim gibi şekerli değil, serin bir ekşi. Bayılırım. Kadehtekini yuvarlıyorum yavaş yavaş. Biraz içim eziliyor, karnım aç çünkü. Bir parça ekmek olsaymış diyorum, sesli konuştuğumu fark edip gülerek. Ben ve ekmek sevdam. Ormanda, şehirde, her yerde.

Uykum geliyor hafiften, ama sarı koltuk başımı dayamama uygun değil. Kalkıp yeşil olana geçiyorum. Dizlerimi karnıma çekiyor, başımı büyülü orman berjerinin yüksek kısmına dayayıp gözlerimi kapatıyorum. Aniden gelen, ama düşme gibi değil de, suyun altına yumuşakça dalarmış gibi bir geçiş uykuya.

Rüyamda çok insan var. Sırayla gelip oturuyorlar karşıma. Kimi çok konuşuyor, sussun ve gitsin istiyorum, kimi sadece bakıyor, iki kelam etse de gerilmesek diyorum içimden. 

Ben? Ben hiç konuşmuyorum. Bana bahşedilen bir ömürlük söz sarf etme istihkakımı tüketmiş gibi, dinliyorum sadece. 

Uyandığımda sarı koltuk gitmiş, raflar, masa, kadehler, her şey gitmiş; yeşil koltuk da yok, yerdeki kilim de; kuru yaprakların üstüne kıvrılıp kalmışım.  

Bir o kopkoyu orman duruyor, bir de varlığını oraya ilk geldiğimde hiç fark etmediğim, havada asılı duran ayna.

Kaldın mı kuytu ormanda aynadaki kendinle baş başa.








Yorumlar