Savaş: Hayatta ve Kurguda 💣🥀



Bir süredir üçüncü romanımı yazıyorum (çoğu zaman kafamın içinde, hayat ve kitabın kendisi müsaade ettikçe de kalem-kağıtla). İlk romanın -yani Uyuşma'nın-yeni basımı yakında Bilgi Yayınevi'nden çıkacak. Birkaç gün önce, kitabın yeni baskısı için öykü kitabımın editörlüğünü de yapan deneyimli yazar/editör sevgili Murat Çelik'le birlikte çalışacağımızı öğrenip sevindim. 

Aslında ikinci romanımı da yayınevine teslim edeli bir yılı geçti. Bir aksilik olmazsa o da 2025'in ikinci yarısında okuyucuyla (ve benimle lütfen) buluşacak. Bu değerlendirme/kabul/yayımlanma süreleri o kadar uzun sürebiliyor ki insan unutuyor ve "ne yazmıştım ola" diye açıp bakması gerekiyor bazı ayrıntılar için. Hele benimkiler gibi içinde birbirinden minik detaylar içeren veya bir kitaptaki karakterin sonraki kitapta daha ayrıntılı karşımıza çıktığı çalışmalar söz konusuysa.

Burayı uzundur takip edenler ve blog arkadaşlığının ötesine geçip "dostlarım" demekten mutluluk duyduğum güzel kadınlar zaten biliyor. Yolu buraya yeni düşenler varsa diye, Uyuşma bir novella. Yani bir kısa roman, 125 sayfa civarı. Ağır bir kaybın arkasından yollara düşen bir adamın, Valhaf'ın hikâyesi. Kendi içinde bir sürü farklı dünyaya bölünmüş koca bir evrenin uzak bir köşesinde bir balıkçı köyünde başlıyor yolculuğu ve dağlardan, denizlerden geçip kendisi gibi iyileşme sürecinde olanların kaldığı bir evde bir süreliğine duruyor. Sonra daha zor kısmı başlıyor belki yolun. Kabulleniş, dönüş.

İkinci romanın çıkmasına daha vakit olduğu için konusuyla ilgili bir şey yazıp heyecanını kaçırmak istemiyorum açıkçası. Ama şu kadarını söyleyebilirim. Yine yollar yolculuklar var. İlk kitapta kısacık gördüğümüz, ben sadece Valhaf'ın hikâyesini yazıp bitireceğimi sanarken inceden inceye bana kendini anlatmaya başlayan birinin yolculuğu. Büyük keyif alarak yazdığım, bazı sahneleri yaratırken çok eğlendiğim, bazılarındaysa tıkanıp aylarca durmak zorunda kaldığım.

Üçüncü roman da, daha ikincinin yaratım süreci devam ederken şekillenmeye başladı. Çok derinden gelen, kimin ne dediğinin anlaşılmadığı sesler, uğultular gibiydi başta. İkinci kitaba kendini dahil eden irili ufaklı ayrıntılar, yıllar önce başlayıp asla bitiremediğim, beynimin kıvrımlarında yerleştikleri kuytuda sessizce beklediğini görüp şaşırdığım bir kurgunun bazı kısımlarıyla birleşti ve önce kâğıda, sonra ekrana dökülmeye başladı. 

Ama zorlanıyorum. Hem de çok. Aralara uzun molalar alıp bekliyor hikâye. Ve bekletiyor. Düşününce, ilk iki kitapta da böyle olmuştu aslında, şimdi bittiler diye bana çok uzakta kalmış gibi görünse de zorlukları. Ama bu seferki biraz daha mı zor ne? Yine ortaya çıkmaya çalışan metnin kendi zaman algısına ayak uydurmaktan başka çarem yok gibi görünüyor. Ve zorluğun içinde beklemeye bir kez daha uyumlanmaktan başka.

Savaş hep var hayatta. Özel hayatımızda, iş yerlerimizde, öğrenciyken, anne-baba-çocuk-eş-kardeş-arkadaş olma çabalarımızda. Ama bir de gerçek "savaş" var ki onu hiçbir zaman almadı aklım. Ne çocukken, ne gençliğimde, ne ellilerime yaklaştığım şu zamanda. Ve bu yeni kitapta, eğer bir gün gerçekten tamamlanır da kitap olursa yani, ilk iki kitaptaki gibi sadece iç çatışma, yaşam gailesi vs değil de gerçek bir savaş gelip oturacak gibi merkeze. Ve ben bundan çok tırsıyorum. Çünkü savaşı anlatmak bir yana, anlamaya çalışmak, kendimi savaşı yaşayan birilerinin yerine koymaya çabalamak bile çok zor ve yorucu.

Bir yandan da diyor ki nadiren susan iç sesim: Yine kendini tutamayıp anlattın bak buralarda. Sonra hayıflanıyorsun kaçıp gitti anlatmak istediğim şey diye.

Kızmıyorum iç sese bu kez. Haklı çünkü. Ne zaman niyetlendiğim, planladığım bir şeyi fazla yüksek sesle anlatsam yapmışım bitmiş gibi kaçmaya başlar benden. Ama bu kez nedense, olsa olsa ben ondan kaçarım gibi geliyor. İçine girdikçe, zorluğunu gördükçe.

Yapacak bir şey yok. İçinden geldiği gibi davranan/konuşan tabiatım bugün bunu istedi, ben de uydum.

Buraya kendi çektiğim fotoğraflar dışında bir görsel koyduğumda, hele ki bir sanatçıya aitse, mutlaka not düşerim kimin yaptığını/çektiğini/çizdiğini vs. Ama yazının başına yerleştirdiğim görsel sanırım yapay zekâ ürünü, zira bir sanatçı ismi çıkmadı. O zaman kim bilir hangi sanatçıların hangi yaratımlarından aşırılıp oluşturulmuş bu "yeni" ve "emeksiz" resim için, isimlerini bilmediğim nice çizere teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. "Emekleriniz için teşekkür ve burada kullanıp düşene bir tekme de ben vurmuşum gibi olduysa özürlerimle," notuyla beraber.

Aklımdaki resmi gugıl'da bulabilmek önceden de şaşırtırdı beni, ama artık dehşete düşürüyor çünkü ne düşünürsem birebir çıkarıyor karşıma. Hoş değil sanki. 

Yapay zekâ ürünü olmayan "çocuk ve savaş" görüntülerinden sadece ikisi ise şöyle. Hepimizin bildiğini sandığı, ama aslında hiçbir fikrimizin olmadığı,  olamayacağı, olmasını da istemeyeceğimiz.
💔


A German concentration camp in the occupied region of Soviet Karelia, 1941. PHOTO: UNIVERSAL IMAGES GROUP VIA GETTY IMAGES
(ÇevİRİYE GEREK YOK SANKİ...)


Yıl 1950. Kore savaşı. Kaynak: WIkIpedıa.

Yorumlar

  1. aaa, daha 2.geçmeden elimize, 3 roman haberi heyecanlandırdı vallahi :) yolun, zihnin, işlerin açık olsun canım

    YanıtlaSil
  2. Savaş demeyin bana, çok taktım kafaya, delirdim delircem. Stefan Zweig’in büyük savaştan daha on on beş yıl önceki Avrupa’yı anlattığı bir eseri vardı, adını çıkaramadım şimdi. O Avrupa’nın kısa bir zaman sonra birbirini yiyeceğine kimse inanmazdı diyor. Haklı da.
    En kötü barış savaştan iyidir. Klişeyse de, değilse de doğru bu. Biz kadınlar özellikle, bunu çok yüksek sesle dillendirmeliyiz.
    Ellerine sağlık, üretimine bin bereket olsun.

    YanıtlaSil
  3. Biz savaş ihtimalini düşünsek de korksak da olacağına varacak bu deli dünyanın halleri, maalesef. Her halükarda biz de hayatı yaşanır kılmaya devam etmek için elimizden geleni yapacağız.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder