Kabul (mü) 🤐
Ankara kışıyla alâkası olmayan yirmi küsur derecelerdeki yalancı baharımsı geçti ve ayazımıza hızlı bir dönüş yaptık. Fotodan anlaşılacağı üzere okulun kütüphanesindeyim. Çalışma salonlarında değil, hemen girişte. Çünkü çok soğuk. Çünkü hep yürüdüğüm yol olan Çarşı-bölüm yolunu kat ederken ellerim dondu ve kütüphaneye sığındım resmen. Hiç içeri girmeden, hatta kabanımı atkımı bile çıkarmadan bulduğum boş bir banka çöküp bilgisayarımı açtım. Ve işte buradayım.
Dün kar yağdı. Hem Ankara'ya hem memleketin üstüne. Ama kar bile eskisi gibi değil artık malum. Hiç ama hiçbir şeyin üstünü -ister çamur olsun ister yemyeşil çimler- kapatmıyor. Bahar geldi sanıp hop çiçek veren canım ağaçları yarım günlüğüne nakış gibi süslediğiyle kalıp birkaç saate erir gider, geriye soğuğunu bırakır oldu. Çiçekleri bile tam dökemedi bu kez kar. Her şey aynı anda oluyor sanki. Sıcak, soğuk, kar, çiçek, güneş, buz.
Tuhaf zamanlar. Her şeyin üstü kapalı, ama her şey gün gibi ortada. Herkes her şey gibi bal gibi biliyor, ama artık konuşmak ne fayda. Memlekette, aile-arkadaş çevresinde, iş yerinde. Ne kar ne başka bir şey kapatabiliyor gerçekleri. Gelin görün ki herkes kendini ve gününü kurtarma derdinde.
Doğum-yaşam-ölüm döngüsü hatırlatılıyor bana son bir haftadır (yine). Genç arkadaşların bebekleri oluyor ya da küçük çocukları okula başlayacak yaşa geliyor; artık öğrencilerimle neredeyse aynı yaşta olan oğlum üniversite sınavına hazırlanacak kadar büyüdü; ben hızla ellilere doğru koşuyorum, annem yetmişini ortaladı, babam sekseni geçti. Son bir haftadır yine hastanelere düştü yolumuz ve ben bundan sonra artık her şey yokuş aşağıymış, istesem de bazı şeylerin hızını kontrol edemeyecekmişim hissiyle, "Kendimi yavaşlatayım bari, olma mı?" modundayım.
Bulduğum her boş dakikayı, saati kendime ayırmaya çalışıyorum. Zor zamanlarda pek kimse kalmıyor zaten insanın yanında. İlginç mi bu. Eskiden daha ilginç gelirdi, artık pek değil. Arkadaş markadaş çokça hikâye. Herkes kendi derdinde ve ayıp olmasın diye iki hatır soruyor, sonra çok da umursamıyor çoğu insan. Ben de mi öyleyim acaba? Yok be değilim, dese de içim, kim bilir? Herkes yoğun, herkes yorgun, herkes kendiyle kalmanın yollarını arıyor ve başkasını umursayacak hali kalmamış.
İyi ki öğrencilerim var. İyi ki işim var. İyi ki bu kampüsteyim. İyi ki kediler, köpekler, kuşlar, salyangozlar var. Eşim, oğlum, ben, kedimiz. Aslolan onlar. Ötesini çok sallamamayı öğreneli birkaç yıl oldu. Ama bu iyi biri olmaya, insanlara saygılı, anlayışlı davranmaya engel mi? Şükür değil. Şükür o kadar da korkunç bir herkesten ve her şeyden nefret etme haline izin vermiyor tabiatım.
Çarşı'da Coffy adlı yeni bir kahveci açılmış. Daha doğrusu ben ilk kez bir ay kadar önce görmüştüm ve bugün ilk kez kahvesini içtim. Güzeldi kahvesi, arada uğrarım artık. Günün ilk (ve bana göre geç) kahvesi eşliğinde kalan ödev kâğıtlarını okuyup bitirdim. Oturduğum masanın karşısında emektar ODTÜ kitapçısı Öykücü Kitabevi, sağımda solumda cıvıl cıvıl gençler, zihnimde "eskisi kadar hızlı okuyamıyor muyum acep" sesi.
Şimdi bu yazıyı bitirip insanı anında uyandıran soğuğa çıkacağım yine. Bölüme gidip dersimi verecek, derslerin birinde sınav verirken yarınki dersime biraz bakabilmeyi umacak, olasılıkla baksam da pek bir şey anlamayacağım.
Zor zamanlar çokça güç gerektiriyor. Fiziksel, zihinsel, ruhsal güç. Ve tam da o zamanlarda bu ihtiyaç duyulan güçleri sömürenler beliriyor ve "bana ver o gücünü, bana bana bana" diye bencilce, hadsizce çığırıyorlar. Hem de siz onlara çok ihtiyaç duyduğunuzda sizi çok rahat görmezden gelmiş olanlar bunlar. Kendisindenbaşkasınıbilmeyengiller. Hayır blogcanım, düzeltmeyeceğim kelimeyi sağ ol, böylece uzayıp giden istilacı bir tırtıl türüymüş gibi düşünebilirim bu kişileri.
Neyse ki yıllar yollar ve hiç bitmeyen nice başka sömürgeciler gerekli dersleri vermiş bize de, eskisi kadar teslim olmuyoruz artık. He la he, sensin tamam, deyip geçiyoruz. Denge yine biraz şaşıyor, sinirler yine biraz geriliyor, ama öze dönüşler daha hızlı artık. Şükür.
Hadi gidip güzel öğrencilerimi göreyim de geyik yapıp güldürsünler beni. Bana onların tasasızlığından lazım biraz bu ara.
ben de çarşamba günü sadece ders verirken kafamı gündemden uzaklaştırabildim. çocuklara da dedim hatta, "dersi uzatalım mı ne dersiniz" diye...zor zamanlardan geçiyoruz ve ben hayatım boyunca hiç bu kadar umutsuz olmamıştım sanırım...
YanıtlaSildoktor-hastane işleri yolunda gitsin, hastalar şifalarını bulsunlar tez zamanda inşallah canımcım
Ya Şule inanır mısın, dün bölümde sınıfların çoğu boştu, ama ben yedi saat peş peşe ders yaptım. 😂 Herkesin tek tük öğrencisi varken biz full kapasite. 😏Belli ki onların bana benim de onlara ihtiyacım varmış. :) İyi ki varlar.
Sil