Delirmemek İçin ✍🏻
Günlüğüme en son 5 Mart'ta kısacık bir şeyler yazmışım. Yazı defterlerim desen haftalardır (aylar?) suskun. Bir değil birçok kısır döngünün içinde, santrifüjdeki bir çamaşır makinesi hızında hem de, dönüp duruyormuşum gibi hissediyorum. Ne yazmak, ne müzik dinlemek, ne bir şeyler izlemek iyi geliyor. Zira iki satır yazacak olsam karanlık bir şey çıkıyor, müzik açtığımda avaz avaz bağırarak sokakta koşmaya başlama hissi geliyor, izlediğim her şey sadece ve sadece uyuşmak için.
Uyuşmak sözcüğünü yazdığım anda aklıma Valhaf'ın yolculuğunu yazarkenki ruh halim geliyor. Biraz sabır, biraz inanç diyecek oluyor içim Valhaf gibi, ama yorgun içim, çok yorgun. Sesi kısık, yüzü düşük, kafası ağır, kalbi kırık. Çok öfkeli, her an her yere alevlerini püskürtebilecek bir ejderha sanki, ama öylece duruyor köşede, izliyor, bakışından anlayamıyorsunuz sakinlikten mi bu durma hali, yoksa kendi kendini yok etmemek için dişlerini mi sıkmış.
Her şey aynı anda aklıma üşüşüyor böyle dönemlerde. Yaşanmış ve unutulmuş, yok sayılmış her şey. O kadar ağır ki hepsi, beynim donup kalıyor, o olan bitense piksel piksel zihnimin içinde resimleriyle. Geçmiş bir türlü geçmiyor, sürekli farklı şekillerde tekrar ediyor sanki.
Kahvemi koyduğum ufak kupada "Make coffee, not war" yazıyor. Bakıyorum boş boş. Elim duruyor, yazı duruyor, hayat...? Hayat bildiği gibi gelmeye devam ediyor.
Kuşlar her sabah mutfak penceresinin önüne gelip günlük pirinç/bulgur istihkaklarını istemeye devam ediyor. Kediler bahçede birbirini ve saksağanları kovalıyor. Doğa insanoğlunun mahvettiği düzeni sürdürme çabasında, hiç pes etmeden, kara, soğuğa, ayaza rağmen ağaçlara çiçek açtırarak, mavi göğü tepemizden eksik etmeyerek.
Aklıma bir söz düşüyor, bir arkadaşımın hediyesi mıknatıslı bir şey vardı, onun üstünde yazıyordu: "Yazmasam deli olacaktım." Sait Faik.
Hep "Ben deli olmam bence yazmazsam" derdim. Belki de hayat üstüme üstüme geldiği halde tek kelime yazmadığım çok dönemim olduğu için. Şimdi düşünüyorum da, edebi yaratımın durduğu o anlarda başka şeyler yazdım hep delirmemek için. Epostalar yazdım insanlara, mektuplar, mesajlar... Konuşma fırsatımın elimden alındığı, beni dinlemenin bile bazılarına çok geldiği hallerde yazarak anlattım derdimi hep.
Yazar/filozof Iris Murdoch'un hayatını konu alan Iris filminde, Murdoch'ın gençliğini oynayan Kate Winslet'ın kapının eşiğinde durup söylediği şey var şimdi aklımda. "Sözcükler olmasa nasıl düşünürdük ki?" Ve bir başka sahneden, aşağıdaki videonun 1:06'dan 1:50'ye kadar olan kısmından çevirdiğim şu konuşma:
"Eğitim insanı mutlu etmez, özgürlük de. Sırf özgürüz diye -o da eğer özgürsek- ya da eğitimliyiz diye -tabii eğer öyleysek- mutlu olmayız. Mutluluğumuz, olsa olsa, eğitim mutlu olduğumuzun farkına varmamızı sağlayan bir araç görevi gördüğündendir. Eğitim gözümüzü, kulağımızı açar. Keyif alınacak şeylerin nerelerde saklandığını söyler bize. Ve mühim olan tek ama tek bir özgürlük olduğuna ikna eder bizi: aklın özgürlüğü. Ve aklımızın -eğitimli aklımızın- bize açtığı yoldan yürüme cesaretini verir."
Sen yine yaz özgür aklım. Kapı aralandı bak. İçerisi hâlâ karanlık evet, onu da yaz, ama arada kafanı kaldır ve aralıktan sızan ışığı da gör, olur mu? Bak artık sabah uyandığında karanlık olmuyor ortalık, gerçekten sabah gibi oluyor. Hiçbir şeye değilse, ona sevin biraz.
Yorumlar
Yorum Gönder