¿Cevapsız Sorular? 🥀


Dün akşam işi çıkan bir arkadaşın yerine yoga dersi verme sözüm vardı. Rahat rahat giderim sanıyordum, ama iş çıkışı zar zor yetiştim. Neden? Çünkü hayat. :)

Tam dolmuştan indim eve yürüyorum, sokağın aşağı tarafındaki apartmanın önünde bizim bahçenin/mahallenin kedilerinden biri beni gördü ve kafasını yana devire devire takip etmeye başladı. "Madem burdasın yemek mi versen a canım?" bakışı. Canını yediğim.:) Neyse ki bu ara bir huy edindim, bahçede kedi besleme sonrası eve gelince, hazır yorulmuş haldeyken hemen su şişeleriyle mama torbalarını tekrar doldurup ayakkabılığın oraya bırakıyorum. Böylece bir daha canlara yemek-su vereceğim zaman kapının yakınında hazır oluyor her şey.

Neyse, bu muzipcanla karşılaşmam saat 17:00 suları. Devraldığım ders 18:00'de başlıyor ve stüdyo 7-8 dakika yürüme mesafesinde. Bahçeye in, tanıdık tanımadık bir sürü kedi bir anda etrafını sarsın, mamaları ayrı ayrı kaplara olabildiğince eşit pay et ki birbirlerine girmesinler ve hepsi nasiplensin, su kaplarını temizle ve doldur derken 15-20 dakika geçti sanırım. Eve çıktığımda kan ter içindeydim ve o sırada oğluş da okuldan geldi. Bazen eve gelir gelmez yemek istemez,  daha acıkmadım der, ama bu sefer o da çok aç gelmiş, hemen ona bir şeyler hazırladım. Ve saat oldu 17:45. 

Koşar adım çıktım evden, stüdyoya vardım, pek kimse yok. Bilgisayarın başında kayıtları alan genç arkadaş demez mi, "Hocam kahve var mutfakta isterseniz." Ay istemem mi, ben bir mutlu bir sevindirik. Sonra baktım saat 17:58 falan, elimde yarım kupalık nefis kahvem, dersi vereceğim salona geçtim. Önce kimse yok sandım (ve için için sevindim yalan yok, oh dedim eve gider dinlenirim). Sonra baktım, tek bir kişi var. Genç bir kız sessizce matını seriyor. Daha önce derslerde gördüğüm biri değil. Yirmi bir yaşındaymış. Üniversite öğrencisi. Değişik bir adı var. E ile başlıyor, ama iki kez sorduğum halde aklımda kalan o kadar.

İçeri girip merhaba dedikten sonra, "Nasılsın bakalım bugün?" diye sordum. O kadar. Hep sorduğum şey aslında. Bir derin nefes aldı kızcağız, daha da derince, iç geçirir gibi verdi o nefesi ve "Pek iyi değilim sanırım," demez mi. Durdum, güzel yüzüne baktım, endişeli gözlerine, bekledim ki istediği hızda anlatsın. Nasıl olsa başka kimse yok, zaman bizim.

"Şu cinayetler," dedi gözleri sanki titreyerek. "Çok sarstı beni." Narin mi diyecek oldum tam, kalbimde bir ağrı, zihnimden hiç gitmeyen o çuval görüntüsü, ama ben daha tek laf etmeden, "İstanbul'da bir çocuk iki kızı öldürdü ya, o " dedi. "Ah," dedim çaresizlikle. "Bir çocuk iki başka çocuğu öldürdü, gerçekten akıl alır gibi değil, çok çok üzücü, korkunç, üzgün olmakta çok haklısın" gibi bir şeyler söyledim.

"Fotoğrafını gördünüz mü hocam çocuğun?"

"Gördüm. Benim öğrencilerimle aynı yaşta bir çocuk."

"Ve ne kadar normal bir görünüşü var değil mi? Yolda okulda her yerde görebileceğimiz biri."

"Evet..." Tıkanmaya başlıyorum. Bırak o anlatıp rahatlasın elif, karışma.

"Bir de çok açık görseller paylaşıldı hocam her yerde. Onlar mahvetti."

"E kuzum onlara niye baktın, bakmasaydın keşke. Hatta ayrıntıları okuma bile bence."

"Radyo-Televizyon okuyorum hocam ben, nasıl okumayayım."

"Anladım, haklısın... O zaman her meslekte olduğu gibi kendini mesleğinin zarar veren, zor yanlarından korumanın yollarını bulman gerekiyor demek."

"Evet haklısınız..." Bir ufak sessizlik. Gözleri mi doldu? Oda loş, malum akşam üstü, tam göremiyorum.

"Dün gece hiç uyumadım. Hatta bugün de yogaya gelmesem mi, akşam dersi, çıkışta çok karanlık olur mu diye epey tedirgin olup son anda gelmeye karar verdim. Normalde hiç korkmam karanlıktan, geç dönmekten, bu sefer korktum."

"Yurtta mı kalıyorsun canım?" Çıkışta nereye nasıl dönecek, yolu ne kadar sürüyor kısımlarını sorgulamaya başladı anne-öğretmen-kadın-insan elif.

"Yok, ailemle evde."

Yutkundum. ODTÜ'de yeni sınıfımdaki öğrencilere bu konuda ne hissettiklerine ilişkin hiçbir şey sormadığımı fark ettim. Çoğu ailelerinden ilk defa kopup gelmiş, ilk defa tek başlarına ya da yurt odalarında kalıyorlar, yer yurt bilmiyorlar, hatta geçen gün bir tanesi Kızılay'da telefonundaki haritaya rağmen kaybolmuş falan. 

Kalbim sıkıştı. Yarın derse başlamadan çocuklara konuşmak istedikleri bir şey var mı diye sorarım dedim içimden. (Ve bugün konuştum.)

Derse başladık. Sakin müzikler açtım, bu sonsuz hüzünlü tatlı genç kıza biraz olsun iyi gelebileceğini düşündüğüm bir akış yaptırıp, yönerge verirken rahatlatıcı, güven verici sözler bulmaya gayret ettim. "Allahım," dedim sürekli içimden, "Çocuklarımızı koru. Bütün çocukları koru, kolla, gözet."

Ders bittiğinde az da olsa gülümsüyordu adı E'yle başlayan tatlı çocuk. "Bir daha ne zaman dersiniz var? Tekrar gelmek istiyorum," dedi. 

Yüzümde buruk da olsa bir gülümsemeyle çıktım stüdyodan. Yorgun argın, koştura koştura gelmiş, öğrenci yoksa hemen eve geri dönerim diye ummuş, tek bir öğrenciyle ders yapmış ama karşılıklı birbirimize iyi geldiğimiz için şükran duygusuyla ayrılmıştım oradan.

Neden neden neden neden diyor kafamın içindeki ses sürekli. Ve nasıl. Neden ve nasıl olur da on dokuz yaşında bir çocuk, anne-babasının kuzusu başka iki çocuğu böyle vahşice öldürebilir? Bu raddeye nasıl gelinebilir? Her yerde kayıp çocuk/kayıp genç haberleri. Yine sildim dün bir ara haber sitesini telefonumdan, bugün geri yükledim. 

Madem yogayla buluştu yine yazı, aşağıdaki parçayı da koyayım da kime ne kadar iyi gelirse artık. Lokah Samastah Sukhino Bavantu, yogada gücünü hem sözlerden hem de titreşimlerden alan pek çok mantradan biri ve "Evrendeki tüm canlılar mutlu ve huzurlu yaşasın, ben de tüm eylemlerimle buna katkıda bulunayım," gibi bir anlamı var. Hep bunu diliyorum gerçekten, çok umudum olmasa da. 

Evrendeki tüm canlılar mutlu ve huzurlu olsun, ben de tüm eylerimle buna katkıda bulunayım. 🙏🏻

Yorumlar

  1. ne söylesem boş...ne yazsam eksik olacak. susuyorum, susuyor olmanın vicdani yükünü de üstlenerek...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder