Oturuyorum Şurada Sakin Sakin, Üflemezseniz Pliz 🌬🧘🏻♀️
Tam kahve için su kaynatmaya koyulmuştum ki mutfak camından bahçemizin güzellerinin kafalarını kaldırmış bana bakmakta olduğunu gördüm. Miyav da miyav. Her şeye üşenen Elif buna üşenmiyor işte. Giyindim, şişelere su, poşetlere mama koyup bahçeye. Bu ara saksağanların etrafını çevirip kıstırdığı kaplumbağacığa günaydın dedim, sonra üç kediciğin yemeklerini ayrı köşelere koydum, birbirlerine sataşabiliyorlar yoksa. Ekmek kavgası, n'apsınlar. Her an mama mı geliyor önlerine minnoşların.
Sonra eve geri çıktım, kahvemi yaptım, bir dilim ekmeğin üstüne krem peynir, az nane az pul biber, küçük bir kaseye domates ve yeşil zeytin, üstlerine zeytinyağı-limon-tuz. Bazı günler böyle erken saatte kahvaltı istiyor bünye, ben de ikiletmiyorum.
Sonra neden hâlâ yazma rutinime dönemediğimi, acaba yine yeni yeniden farklı saat/süre/rutin/yöntem denemelerine mi geçmem gerekeceğini, bu doğrultuda dönem başladığında sabah dersi mi öğlen dersi mi istememin daha uygun olacağını falan düşündüm. Halbuki oturup yazmaya başlasam gelecek gerisi. Ama yok, düşünüyorum öyleyse devam, ne gerek var harekete geçmeye! Mazallah romanı ilerletirim falan.🙄
Youtube'a feci sardım son dönemde. Oradan bir şeyler izledim yine. Sonra oğluş kalktı, günlük yürüyüşüne çıktı, geldi, kahvaltısını etti, ders çalışmaya oturdu. Malum bu yıl üniversite sınavı hazırlıkları, şimdiden başladı süreç. Umarım gönlünden geçen her şey en hayırlı şekilde olur. 🙏🏻
Akşam yedide bir arkadaşımla yogaya gitmeye, hatta peş peşe iki derse (biri aktif, biri sakin) girmeye niyet etmiştik ama ben yoğun oturmalarım sonucunda çok sıkılıp daha erken saatteki bir derse gitmeye karar verdim. Evden çıkmadan buzluktan ailemizin etçillerine tavuk çıkardım, pilav malzemelerini tezgâha hazırladım, mercimek çorbası için mercimekleri (az yeşil+çok kırmızı) suya koydum ve çıktım.
Erken çıkmışım; stüdyonun yakınındaki gereksiz derecede pahalı ve fazlasıyla beyaz kafemsi bir mekânda Türk kahvesi içip derse girdim. Çıkışta akşam diğer ders için gelen arkadaşım da saati karıştırıp erken gelmiş, onunla oturup muhabbet ettik biraz.
Sonra eve dönüş, çorba-pilav-tavuk-salata dörtlüsü, pişen tavukların derilerinin bahçedeki geveze sarışına atılıvermesi, bulaşıklar falan filan. Ve işte geldim burada, koltuğumdayım.
Gün sakindi, dedim ya başta. Ama şu tepeye koyduğum gibi oluyor bazen hayatın sakinliği. Baktığınızda her şey dengede, yerli yerinde, dingin, kıpırtısız, ama bir anda devrilebiliyor ya o taşlar. Minik bir dalgayla, hafif bir rüzgârla, bu ne denge arkadaş dağılın bakayım diye düşüncesizce parmağıyla taşları iten, hatta bazen tekmeleyip paldır küldür deviren birileri çıkıverince.
Bu ara benim görünen sakinliğim de biraz böyle, tedirgin, hassas. O dalgalara, rüzgâra, densiz parmağa rağmen ne yapabilirim de taşları yerli yerinde oturtmayı başarırım, onu düşünür haldeyim. Ya da ne yaparsam yapayım dağılan bir şey olduğunda eskisinin aynısı olamasa da benzer bir dengeyi kendimi hırpalamadan, öfkelenmeden ve çok vakit kaybetmeden nasıl geri getirebilirimin yollarını. Dünya ve insanlar gitgide daha da delirmeye devam ettikçe nasıl kendimde kalır, akıl sağlığımı nasıl olabildiğince korurumun yeniden keşfetmek zorunda kaldığım yöntemlerini.
Ay! istemsizce deyzeliğim tuttu bak; Toplak üniversite sınavına mı girecek? Nasıl da geçti yıllar, biz onun kundaktaki halini biliriz yahu. :))
YanıtlaSilYa Ekmekçim sorma, pek duygusalım valla. :) ♥️🙏🏻🧿
Sil