Instaşehir uç(urul)muş diyolla? Buyrun Efenim Buralara Bekleriz 😄😋
Verywell / Josh Seong
Uzun zamandır sosyal medya tü kaka yazısı yazmamıştım, bugün Instagram hesabımı kapatalı/sileli dört ay olduğunu fark edip yazayım dedim. Süreye şaşırmadım desem yalan olur. Eksikliğini hissediyor muyum? Hiç. Gerçekten. Orada tanışıp sonradan da görüşmek isteyebileceğimi düşündüğüm insanlara bir şekilde başka yollardan ulaşma şansım var zaten (telefon, eposta adresi vs).
Çıktığımda 750 kadar takipçim vardı sanırım. Haberleşmemin orayla bağlı olmadığı kişilerle görüşmeye zaten kesintiye uğramadan devam ettim. Sevgili blog deyzelerim Şule ve Sevin ya da yurt dışında yaşadığı için daha çok whatsapp'tan görüştüğüm bir yazar arkadaşım gibi. :) Onları birazdan söyleyeceğim şeyin dışında tutuyorum yani.
İlk bir ay sadece üç ya da dört kişi, "Elif hesabına ulaşılamıyor, iyi misin, her şey yolunda mı?" diye telefonla sordu. Sonrası tam bir sessizlikti. Bir de üçüncü ve dördüncü aylar itibariyle yokluğumu fark edip yazan birkaç kişi oldu. Malum, bahsi geçen "sosyal" platformda akış öyle hızlı ve sonsuz ki birinin gittiğini anlamanız özellikle onun sayfasına girip bakmadığınız sürece imkansız gibi bir şey. Muhtemelen ben de gidenleri fark etmiyordum oradayken.
Ama sonuç şu: 750 kişiden -ki bunların yarısı hiç tanımadığım, ilk kitabımla birlikte eklenen okur, yazar, edebiyatsever güruhu olsa, diğer yarısı işyerinden, yogadan, geçmişten, bir sürü başka yerden "arkadaşlarım". Platformda o kadar aktifken bir anda yok olunca merak eden, toplasanız on kişi değildir sanırım. En ilginç grup da, yıllarca yüz yüze görüştüğüm, beraber yediğim içtiğim insanların, doğrudan beni arayıp nasılsın neler yapıyorsun diyebilecek samimiyetteyken, görüştükleri başka arkadaşlarıma "elif de yok oldu hayırdır" diye sormaları. Arkadaşım ben sosyal medyayla mı vardım sadece? Eh, demek ki biraz öyle olmuş son dönemde elifcim. Ölmedim yani arkadaşlar merak etmeyin, cenaze falan olurdu malum, duyardınız illa. Tövbe yarabbim. 🙄 Gerçekten merak ediyorsanız parmacıklarınızı azıcık yorup bi mesaj atmanız gerekiyor sadece. :) İnanır mısınız hâlâ aynı şehirdeyim, aynı iş yerinde çalışıyorum, saçlar tepeden az biraz beyazladı ama tipim hemen hemen aynı. :)
Bu -her ne kadar öyle gibi görünme ihtimali olsa da- bir sitem yazısı değil, yanlış anlaşılmasın (ay ya da anlaşılsın, çok da şey değil cidden). Sevdiğim bir şey değil sitem, bana yapılmasını da sevmem başkasına yapmayı da. Sadece çok gerçek bir tespit bu. Kabul etme etmeme meselesi değil, çıplak gerçek. Sosyal medyanın sosyalliği yalancı, sahte, yüzeysel ve geçici. Ve artık daha kaliteli ve kendi isteğim dahilinde, beni, nasıl olduğumu, neler yaptığımı gerçekten merak eden az ama öz insanla sosyalleşmem mümkün oluyor. Bir yere fotoğraf koymadan, hatta fotoğraf çekmek aklımıza bile gelmeden. Zira görüştüğüm insanlar da benim kafadan.
Hesabımı tam olarak kapatıp bu "bağımlılıktan" (evet, maalesef) kurtulmam bir yılı aşkın zamanımı aldı. Gir çık, sil yükle, aç kapa, dondur çöz. Öykülerden oluşan ikinci kitabımın çıkması için planlanan tarih Mayıs'tı. Ve biliyordum ki o sırada Instagram hesabım hâlâ açık olursa yine aynı çılgın döngüye gireceğim. "Bugün ne paylaşsam, reels de çeksem iyi olur, dur olmadı bi daha çekeyim, ya şu beni paylaşmış, pek alakam da yok ama bak onun da yeni kitabı çıkmış ben de mecbur paylaşıcam, ya şu kişi yakın arkadaşım değil miydi, neden bi tebrik bile etmedi, ay falanca gönderiyi ne çok insan beğenmiş aman da egom canım da egom, iyi de şu özene bezene, saatlerimi günlerimi harcayıp yazdığım, bilmem nerede yayımlanan yazımı neden sadece üç kişi beğenmiş?" Daha uzar gider bu iç mücadele sesleri.
Tabii ki bunlar külliyen Instagram'ın suçu demiyorum, belli ki benim de kendimle ilgili ciddi özgüven ve onaylanma ihtiyacı sorunlarım varmış, çok net bir şekilde ortaya çıkmış oldu ve beni çok yıprattı. Kendini bilmek, her ne kadar çocukluğundan itibaren kendini sorgulayan ve hep daha iyi bir insan olmak için çabalayan biri de olsan, zor zanaat ve bazen böyle dışarıdan müdahaleyle anlaşılıyor bazı eksik gedikler maalesef.
Uzun lafın kısası, böyle güzel. Ha bu arada, Mayıs için planlanan öykü kitabım hâlâ çıkmadı. Yayınevi işleri böyle, uzayabiliyor, artık alıştım ve kafama takmıyorum. Ama bu uzayan süre vesilesiyle ben de instaşehir bağımlılığımdan tamamen arınmış oldum sanırım. Deyip yarın yeni hesap açarmışım ahahahaha. Gerçi bu arada engel gelmiş Bodrum'un gereksiz kalabalığından beter hale gelen instaşehre girişlere? Belki bu vesileyle sayfiyede blogculuk tekrar kazanır? Mesela yani. Şakacıktan. 😋
Kitabımın çıkacak olmasının heyecanını yaşamama engel olan birtakım şeyler oldu son üç aydır; ilk kitabım çıktığında da buruktum, 2022 sonunda. Bunlar bana ders olmalı artık ve bu kadar emek verdiğim, ailemle geçireceğim zamandan, sosyallaşme fırsatlarından ve dinlenmeye ayırabileceğim boş vakitlerden feragat edip ortaya koyduğum, bana ait, yoğun çaba ve adanmışlıkla ürettiğim şeylerin sevincini gölgeleyen gölge insanlara karşı daha temkinli, dahası umursamaz olmalıyım artık.
Benden bir tane var ve hali hazırdaki bilimsel bilgimiz dahilinde de tek bir hayatımız var (reenkarnasyona inanmayı tercih etseniz de, ölene kadar bilemeyeceksiniz, flaş flaş). Sizden de sadece bir tane var ve tek bir hayatınız var. Kaç saatinizin, gününüzün, ayınızın, yılınızın kaldığını bilmediğiniz. Lütfen sadece karanlık gölgeler olmayı tercih edip oturduğu yerden bencilce sizi boğanlara izin vermeyin. Vermeyelim. Blog dostlarımcım size söylüyorum, elifıntçım sen anla.
Yazıya uygun görsel ararken şu karikatür çok hoşuma gitti. :) "Nerelerdesin yahu, öldün mü kaldın mı." O sırada ben: çiçek, böcek, kitap, yazı, çeviri, gerçek hayat.
Ay ben de tam diyordum ki "nasıl yani Mayıs'ta kitabın çıktı da neden bilmiyorum", meğer yanlış alarmmış! :))
YanıtlaSilÇıksın madem. <3
ehehehe çıkmış mesela benim de haberim yokmuş, olur mu olur 🤪
Sil