Çözemediklerimiz
Güneşin ışığı gözlerimde, ısısı alnımda,
Kulağımda önce Halo, sonra Fast Car, sonra Fields of Gold,
Elimin altında klavye, dilimin üstünde acı kahve.
Ekranda bir kadın, inanılmaz bir kalabalığın tam ortasında, tek başına. Sesi titriyor. Uzun siyah saçları yüzünün sağ yarısını kapatmış. Arada başını kaldırıp bakıyor, ama gözleri hep boşlukta sanki. Hatırlıyor, anlatıyor, gülüyor, ağlıyor, hatırlayıp anlattığı her şeyi o an orada tekrar yaşıyor. Dinleyen çok az kişinin gerçekten anlayabileceği, bilebileceği şekilde.
Kadını tanımıyorum. Varlığından bir süre önce haberdar oldum. Vanessa'ymış adı. Dünyanın en tanınmış adamlarından birinin eşiymiş meğer. Kobe Bryant'ın. Ama ben onu aynı gün kocasını ve kızını kaybeden kadın olarak tanıdım ve hep öyle bileceğim artık.
Basketbolla hiçbir alakam yok. Kobe Bryant'ın adını da sadece çok ünlü olduğu için duymuşluğum varmış; "mış" diyorum çünkü bunu bile helikopter kazası manşetlere çıkınca fark ettim. Kobe ve kızı Gigi'yle birlikte 7 kişi daha hayatını kaybetti. Haberi okurken beni en sarsan şey, Kobe Bryant'ın ulaşım için helikopter kullanmaya başlamasının sebebinin, kızlarıyla daha çok vakit geçirebilmek için olduğuydu. Kaderin cilvesi dedikleri şey mi? Bilmiyorum.
Niye oturdum hiç tanımadığım bir adamla kızına ve geride kalan ailesine ağlıyorum bilmiyorum. Kendi ülkemde her gün kaç insan ölüyor, hem de ne sebeplerden.. Bir dönem her satırını okuyup gözüme uyku sokmadığım, sonrasında delirmemek için okumamaya, izlememeye başladığım haberler.
Çözemediğimiz şeyler bu kadar gözümüzün önüne sunulduğunda insan olmanın ortak bilinmeyenleri daha net vuruyor galiba. Ölümün ve getirdiği acının ülkelerden, cinsiyetlerden, politikalardan, dillerden, dinlerden bağımsız en büyük ortak noktalarımızdan biri olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Ben bu tür haberleri izlemekten kaçan bir insanım. Çünkü biliyorum işte, olacak olan bu. Şiş gözler. Ağrıyan kalp. Anlayamayan zihin.
Son iki yıldır sık sık cenazeye katılmak zorunda kaldım. Yaş itibariyle böyle bir döneme girdik sanırım.. ama kayıplarımız arasında henüz gideceğini düşünmediklerimiz de vardı, belki en çok onlar sarstı.
Bir kayıp yaşandığında hayatı hatırlıyoruz. Her an gidebileceğimizi, o kapıdan çıkıp bir daha dönmeme ihtimalimiz olduğunu. Gidene ve kaybı yaşayana ağladığımız kadar kendimize de ağlıyoruz bencilce. Dünyanın öbür ucunda, hiç tanışmadığımız, huyunu suyunu bile bilmediğimiz birinin kaybına bu kadar içten ağlayabilmemiz bu yüzden.
Hepimiz aynıyız. Sürekli birbirimize kızma sebepleri yaratıyoruz, onu dışlıyoruz, bundan hoşlanmıyoruz, filancadan nefret ediyoruz, falancayı çok biliyormuş gibi yargılıyoruz, ama ölüm hepimizin ağzının ortasına tokadı indiriyor işte.
Ve koca gülüşlü bir adamla, ondan bile koca gülüşlü kızı bana dünyanın bir ucundan diğerine bunları yazdırıyor ve aslında tüm uçların birbiriyle bağlı olduğunu hatırlatıyor. Ne geride kalan karısının ve üç kızının, ne de yakın dostlarının hissettiklerini anlamam mümkün değil. Aynı en yakın dostum yıllar önce eşini kaybettiğinde ne hissettiğini asla tam olarak anlayamayacağım gibi.. ama Kobe Bryant'ın anma töreninde karısını ve dostlarını izlerken bir kez daha anladım ki hepimiz aynıyız. Yaşadığımız ülkeden, ünlü olup olmadığımızdan, yaptığımız işlerden, geldiğimiz yerlerden bağımsız şekilde aynıyız. Çözemediğimiz ve belki de çözmemiz değil hayatın en doğal parçalarından biri olduğunu kabul etmemiz gereken ölüm ve hissettirdikleri hepimizi ortak kılıyor. İstesek de istemesek de.
Peki hiç tanımadıklarımız için bu kadar üzülebilirken, en yakınımızdakileri nasıl böyle kolay kırıp yaralayabiliyoruz?
Hiç bilmiyorum..
Işıklar içinde olun Kobe ve Gigi. Hiç farkında olmadan kendime ve içimde olup bitene, gölgelerime bir kez daha bakmamı sağladığınız ve asıl önemli olanı hatırlattığınız için teşekkür ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder