Yazmasaydım, Yazamazdım
Haruki Murakami'nin Koşmasaydım Yazamazdım adlı deneme/anı kitabına gidiyor bu aralar aklım. 2-3 yıl önce yutarak okumuş, bazı yerlerinde (zaten pek sık sönmeyen) feminist damarım kabarmış ve adama sinir olmuş, ama çoğu yerinde hayranlık duymaktan alamamıştım kendimi.
Murakami altmış dokuz yaşında. Babamdan altı yaş küçük, annemden bir yaş büyük. Başka bir dönemin insanı yani. Düzenin, disiplinin, kuralların hala önemli sayıldığı ve kıymet gördüğü, katılık değil, uzun vadede fayda sağlayan şeyler olarak düşünüldüğü bir dönemin. Tabii disiplinin, katılığın ve azmin sembolü olan Oğlak burcundan olduğunu da söyleyeyim ki bana da pay çıksın..
1982 yılında, yani 36 yaşındayken başlamış koşmaya. Her yıl en az bir tam maraton ve dünyanın çeşitli yerlerinde sayısız kısalı uzunlu yarış. Diyor ki, "Ben koşarken, yalnızca koşarım. Bir boşluğun içerisinde koşarım. Ters yönde bir ifade kullanmak gerekirse, boşluğu yakalayabilmek için koşuyorumdur belki de. Bu boşluğun içerisine bile, kopuk kopuk düşünceler doğallıkla süzülebilir. Çok normal. İnsanın yüreğinde gerçek bir boşluk var olamaz. İnsanın ruhu mutlak bir boşluğu kaldıracak ölçüde güçlü olmadığı gibi, tekdüze bir yapıya da sahip değildir. Yine de, koşarken ruhuma süzülen bu tür düşünceler (ani fikirler) nihayetinde boşluğun yan ürünlerinden öteye geçmez. Bunlar içeriklerin çevresinde değil, boşluk ekseninde oluşmuş düşüncelerdir."
Yogada çok konuştuğumuz şeyler boşluk, anda kalmak, yer açmak. Ve yoganın asanadan (poz/duruş) ibaret olmadığı. Ve işte Murakami de belli ki kendi yogasını koşuda bulmuş.
Benim yoga ve/veya meditasyon yapmadığım zamanlardaki yogam ne, diye düşündüm. Koşarken yanaklarım zıpladığı için koşmak değil, o kesin.. Yürümek, bazen sadece sessizce oturmak, oğlumu ya da kedimi uzun uzun seyretmek ve kimi zaman da, aslında içi dopdolu bir eylem olsa da, kafa boşaltmak için yazmak.
Evet, yazmak için kafayı boşaltmak, özellikle kendinle ilgili yargılardan ve kısıtlamalardan olabildiğince sıyrılmak gerekiyor; ama bazen de asıl yazmak istediğine geçmeden önce, hiç düşünmeden çalakalem yazmak bu boşluğu sağlıyor işte. Dillendiremediklerini, konuşunca yorulacağın, kırılacağın ya da muhtemelen yanlış anlaşılacağın için yüksek sesle söylememeyi seçtiğin şeyleri kağıda ya da bilgisayar ekranına anlatınca, asıl yazmak istediğine yer açılıyor bünyede.
Yeni bir şey yaratmak için, önce kendinden kurtulman gerekiyor kısacası. Kafanda, kalbinde, ruhunda kopan fırtınaların kendilerini ortaya koymasına izin verip sonrasında meydana gelen sessizliğin ve boşluğun içinde beliren tomurcuklara, filizlere yer açmak.
Yorumlar
Yorum Gönder