Ukde
Bugün, 10-15 yıl öncesine kadar uzanan bir hayalimin, (benim için olmasa da) gerçekleşmiş halini izledim kısa bir süreliğine. Biraz içim burkularak, hafiften – ama tamamen kötülükten uzak – kıskanarak, geçmişi ve mütevazı hayallerimi hatırlayarak ve arada dalıp giderek.
Küçük, beyaz badanalı bir oda. Duvarlarda odanın sahibi için özel olan kişi, film vs. posterleri, resimleri, yazılar, alıntılar. Ardına kadar açılmış kocaman bir pencere ve pencereden görünen ağaçlar, içeri giren serin hava. Birkaç raf, dağınık bir şekilde yerleştirilmiş dosyalar, dergiler, kitaplar, kağıtlar... Pencerenin önündeki geniş mermerde yine kitaplar, defterler, notlar, kalemler. Masanın üstünde eski bir bilgisayar.
Karşısında iki koltuk. İki koltuğun arasında duran ufak sehpamsı şeyin üzerindeki dergi-kitap yığınının en tepesinde çok sevdiğim yayvan çay fincanlarından. Yerde kılıfının içinde duran bir klasik gitar. Ve, yola aynı onun gibi çıkmış olmalarına rağmen zaman içinde tevazularını ve içtenliklerini kaybeden çoğunluğun angaryasına koşturmaktan yorgun düşmüş olsa da, gözlerinin içi ışıl ışıl parlayan, gencecik, henüz – kendisi ve hayalleri – harcanmamış bir güzel insan. Belli ki hala inanamıyor orada olduğuna. Belli ki o da benim gibi hayal etmiş bunu hep. Bir fark var ama. O orada. Ben değilim. Ve olmayacağım.
Hep içimde kalacak galiba bu. O odalaran birine yerleşip kitaplarımı ortalığa yaymak, kendi istediğim, sevdiğim konularda ders vermek, konuşmak, dinlemek, okumak... Anlatılanları dinleyince, yapılan muameleyi görünce, “Yapamazmışım ben zaten,” diyorum aslına bakarsanız. “Üçüncü gün ya kovulurmuşum ya istifa edermişim,” diyorum. Ama bu - hem gerçekçi hem de yalandan - teselliler hayal kırıklığımı, ve sahip çıkmadığım hayalimin kalbime düşen gölgesini silip atmaya yetmiyor işte.
Ve bir kez daha anlıyorum, tam da bu hayal kırıklığının sayesinde aslında; anlıyorum ki, hayal kurmaya devam etmek lazım. Yeni hayaller kurmak, eskileri – hüzünlenerek de olsa – yaşatmak ve elimizdekilerin kıymetini bilip yola devam ederken, bir zamanlar çok istediklerimize arada sırada da olsa şu an bizimmiş muamelesi yapıp dışarıdaki dünyaya yansıttığımız gerçekliğimizden farklı, - belki bir, belki iki kişinin bildiği, ya da herkesin bihaber olduğu - asıl benliğimize ait bir gerçeklik yakalamak.
Ben şu anda duvarları beyaz badanalı o ince uzun koridorun beyaz badanalı odalarından birindeyim. Camım sonuna kadar açık ve içeri hafif bir esinti giriyor. Elimin altındaki kaleme-kağıda-kitaba, ormanın sessizliğine dalıp gitmişken kapıya vuruyor birisi. Hayallerin, hayaller üzerine çalışıp hayatını hayal inşa etmekten kazanmanın kıymetini bilen birileri belki. Ya da sadece hayatın akışıyla kendi hayallerinden uzaklaşıp oraya düşmüş, takılıp kalmış kırık kalpli biri. Ve kapının her tıklatılışında o oda biraz daha bana ait oluyor sanki. Yeni bir eşya ekleniyor, yeni bir resim, yeni bir kitap, yeni insanlar...
Ama çok uzatmıyorum hayalimi. Biliyorum çünkü... çok uzarsa o da sıradanlaşacak ve aslında gerçekleştirmiş olsam bile bir gün bıkacağımı/bıkabileceğimi fark edeceğim. Bunu istemiyorum. Varsın yeni eşya, kitap, insan olmasın. Varsın o ilk, çıplak, boşa yakın, acemi haliyle kalsın. Ama kalsın. Beni de o hayali ilk kurmaya başladığım zamanlardaki heyecanlı, hevesli, idealist halimde bıraksın.
Hep içimde kalacak galiba bu. O odalaran birine yerleşip kitaplarımı ortalığa yaymak, kendi istediğim, sevdiğim konularda ders vermek, konuşmak, dinlemek, okumak... Anlatılanları dinleyince, yapılan muameleyi görünce, “Yapamazmışım ben zaten,” diyorum aslına bakarsanız. “Üçüncü gün ya kovulurmuşum ya istifa edermişim,” diyorum. Ama bu - hem gerçekçi hem de yalandan - teselliler hayal kırıklığımı, ve sahip çıkmadığım hayalimin kalbime düşen gölgesini silip atmaya yetmiyor işte.
Ve bir kez daha anlıyorum, tam da bu hayal kırıklığının sayesinde aslında; anlıyorum ki, hayal kurmaya devam etmek lazım. Yeni hayaller kurmak, eskileri – hüzünlenerek de olsa – yaşatmak ve elimizdekilerin kıymetini bilip yola devam ederken, bir zamanlar çok istediklerimize arada sırada da olsa şu an bizimmiş muamelesi yapıp dışarıdaki dünyaya yansıttığımız gerçekliğimizden farklı, - belki bir, belki iki kişinin bildiği, ya da herkesin bihaber olduğu - asıl benliğimize ait bir gerçeklik yakalamak.
Ben şu anda duvarları beyaz badanalı o ince uzun koridorun beyaz badanalı odalarından birindeyim. Camım sonuna kadar açık ve içeri hafif bir esinti giriyor. Elimin altındaki kaleme-kağıda-kitaba, ormanın sessizliğine dalıp gitmişken kapıya vuruyor birisi. Hayallerin, hayaller üzerine çalışıp hayatını hayal inşa etmekten kazanmanın kıymetini bilen birileri belki. Ya da sadece hayatın akışıyla kendi hayallerinden uzaklaşıp oraya düşmüş, takılıp kalmış kırık kalpli biri. Ve kapının her tıklatılışında o oda biraz daha bana ait oluyor sanki. Yeni bir eşya ekleniyor, yeni bir resim, yeni bir kitap, yeni insanlar...
Ama çok uzatmıyorum hayalimi. Biliyorum çünkü... çok uzarsa o da sıradanlaşacak ve aslında gerçekleştirmiş olsam bile bir gün bıkacağımı/bıkabileceğimi fark edeceğim. Bunu istemiyorum. Varsın yeni eşya, kitap, insan olmasın. Varsın o ilk, çıplak, boşa yakın, acemi haliyle kalsın. Ama kalsın. Beni de o hayali ilk kurmaya başladığım zamanlardaki heyecanlı, hevesli, idealist halimde bıraksın.
Yorumlar
Yorum Gönder