"Uyuşma"daki Çizimler ve Kendini Serbest Bırakmak Üzerine

 

Bugün, bir ay kadar önce çıkan Uyuşma adlı ilk romanımdaki minimal çizimlerden bahsetmek istiyorum biraz. Görseldeki kedinin adı "Duman". Kendisi - bana sorarsanız - kitaptaki en önemli karakterlerden biri ve kuyruğunun bir sarmal halinde olması öylesine değil. ♥

Ben çizer değilim, malum. Yani bu alanda hiçbir eğitimim yok - ortaokuldaki resim derslerinde hemen hepimize verilen temel bilgiler ve kendimi geliştirmek için arada izlediğim Youtube videoları hariç. Ama kağıda bir şeyler karalamak beni çok küçük yaşlarımdan beri rahatlatan bir şey, ondan eminim. 

Yazmayı öğrendikten sonra hayat içinde sıkıştığım anlarda kağıda sözcük dökmek nasıl iyi geldiyse, çizgi çizmek de o kadar iyi geldi hep. Hâlâ da geliyor. Bu iyi hissettirme hali, ortaya çıkan sonucun iyi ya da kötü, estetik veya saçmasapan olmasından bağımsız. İçindekini atma şansı, karıştığı için neyi nereye koyacağını bilemediğin zihninin pusunu biraz olsun dağıtma olasılığı ve kalemin kağıdın üzerinde bir ileri bir geri ya da hep ileri, aşağı-yukarı veya dairesel şekilde hareket etmesini izlerken gelen sakinleşme hali. 

Yürümek gibi biraz aslında. Çok öfkeli ya da kafam karışık olduğunda, nereye gideceğimi hesaplamadan çıktığım bir yürüyüşün sonunda ne kadar terlediğim ve yorulduğumdan bağımsız, ya da saçım başım nasıl dağılmış olursa olsun üzerime gelip yerleşen o rahatlama hissi. Yürüyüşün hızının, adımlarımın sıklığı ya da seyrekliğinin, dışarıdan bakana tipimin nasıl göründüğünün hiçbir önemi yok. Aslolan benim yürürken hangi duyguyu sağaltma ihtiyacında olduğum. Aynı Uyuşma'nın ana karakteri Valhaf'ın yolculuğunda olduğu gibi. Ve bu yazıp çizerken de böyle. Bazen bana çok güzel görünen bir paragraf ya da çizim çıkıyor ortaya, bazen hiçbir şeye benzemiyor kağıdın üstündeki ve muhtemelen hiçbir şeye de dönüşmeyecek, ama masanın başına oturduğum andakinden bambaşka bir ruh haline bürünmüş olacağım kesin. İçimde ne varsa o çıkıyor, benden farklı ya da öte bir şey değil yani.

Uyuşma'daki çizimlere dönecek olursam, romanın yazımı devam ederken tıkandığım anlar oldu elbette. Bazen günlerce, haftalarca tek satır yaz(a)madım. Zihin o duraklama dönemlerinde de üretmeye, yaratmaya devam ediyor aslında ama kalem işlemediği için insan koptum sanıp koyu bir boşluğa düşebiliyor. İşte kitaptaki çizimler o boşluk anlarında çıkmaya başladı. Önce kırık dökük kulübe çıktı. Sonra yavaş yavaş rehberler belirmeye başladı. Ve bir baktım her çizim bir bölümün özeti gibi. Faruk Hoca da sağ olsun bunları kitaba almam konusunda destek oldu ve ortaya bana çok keyif veren, içime çok sinen böyle bir şey çıktı. 

Bazen kimin ne düşüneceğine, hakkımızda neler konuşulacağına, yaptığımız iş(ler)in beğenilip beğenilmeyeceğine o kadar takılıyoruz ki içimizden çıkması gerekenlere sırf o nihai sonuç nasıl olacak endişesiyle -kendi deneyimimden yola çıkarak diyebilirim ki, kimi zaman yıllarca - ket vuruyoruz. Ket vurmamayı seçip kağıda dökülenin güzelliğinden, çirkinliğinden, acemi ya da usta işi olmasından bağımsız "bize" ait olduğunu ve bir şekilde içimizden çıkması gerektiğini fark ve kabul edip kendimize izin verdiğimizdeyse, iyileşiyoruz. Çizim belki hâlâ acemice, yazı belki çok daha iyi olabilirdi, ama zaten hayat yanlış yapa yapa acemiliği attığımız, hep yeni bir şeyler öğrenerek ilerlediğimiz bir yol değil mi?

Infinity on OpenMoji




Yorumlar