Değişime Direnmek, Dirensen de Değişmek
Değişim dendiğinde ilk akla gelen, bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak bizim etkin çaba ve kararlılığımızı gerektiren, güç ve enerji vakfetmeden meydana gelemeyecek yenilikler belki. Kilo vermek, daha çok kitap okumak, daha az televizyon izlemek, düzenli bir yoga pratiği oturtmak, sigarayı bırakmak, daha sakin bir insan olmak.. Halbuki değişim hayatın her aşamasında, her saniyesinde doğal olarak var olan bir şey ve farkındaysak da, değilsek de bizi etkiliyor.
Daha bu hayata düştüğümüz an başlıyor değişimimiz. Anne karnında yumurtadan embriyoya, sonra yavaş yavaş (aslında görece hızla) parmağını emen, o güvenli sıvının içinde memnuniyetle gülümseyen bir bebeğe dönüşüyoruz. Bu dönüşüm için ne annemiz bir çaba gösteriyor ne de biz. Elbette anne daha iyi beslenmeye, belki günlük tercihlerini değiştirmeye başlıyor; ama o bunları yapmasa da bir şekilde büyüyor bebek. Bazen anne adaylarına çok uzun ve yavaş gelen o dokuz aylık süre aslında insanoğlunun en hızlı büyüdüğü dönem. Ve oğlumun bu aralar okuduğu kitaptan bana aktardığına göre, eğer doğduktan sonra da bu hızla büyümeye devam etseymişiz, bir yaşına geldiğimizde 1.5 km uzunluğunda olurmuşuz!
Yani doğadaki doğal değişimlerin hepsi son derece iyi planlanmış, hesaplanmış, ne zaman başlaması ve sona ermesi gerektiği belirlenmiş şekilde. İnancınız - Tanrı'ya, Yaratılış'a, Darwin'e, Kozmik Düzen'e, Doğa'ya vs. - her ne olursa olsun, çok büyük, girift ve sistematik bir doğal düzen içine doğduğumuz ortada. Ne zaman ana rahmine düşüp hangi koşullarda düşemeyeceğimiz, ne zaman doğacak duruma geldiğimiz, anne sütünün hangi ayda bebeğin hangi ihtiyaçlarına göre oluşacağı, dişlerin ne zaman çıkacağı, ne zaman döküleceği, hangi yaş aralıklarında bedenimizde ne gibi değişiklikler olacağı (kişisel farklılıklar hariç) aşağı yukarı belli.
Aynı şekilde, hangi ağaçların yapraklarının hiç dökülmeyeceği, hangi diğerlerinin yapraklarını ne zaman döküp ne zaman çiçeklenip meyve vereceği, bir dalganın maksimum ne kadar yükseldikten sonra düşeceği, bir hayvanın derisi değişecekse bunun ne zaman olacağı, karın eriyince suya dönüşeceği, suyun ısınınca buharlaşacağı, her sabah yüzümüzü Güneş'e döneceğimiz ve hemen her gece Ay'ı görebileceğimiz.. hepsi doğal olarak belirlenmiş durumda.
Yani biz de doğanın bir parçası ve "doğal olarak" sürekli değişen bir elemanıyken, kendimizi "farklı" ilan edip doğaya, "doğamıza", müdahale etme hakkı görmüşüz kendimizde.. Etmemiş olsaydık, daha iyi işleyen bir sistemin içinde olur muyduk? Muhtemelen.
Vakti gelmeyen meyveyi dalından koparmasaydık mesela, ya da ağaçları kesmeyip kendi oksijenimizi baltalamasaydık, muhteşem sanayi devrimimizle havayı, suları, doğayı kirletip haddinden fazla ısıtmasaydık, bir ağacın yaşını gösteren halkaları gibi yaşanmışlığımızı gösteren yüz çizgilerimizi botoksla gerdirmeseydik.. meseydik, masaydık..
Ve bu kadar şeyi yapıp, doğal olanı da böylesine azim ve ısrarla el birliğiyle bozarken, asıl değiştirmemiz gereken, bize bağlı olan şeylere sıra geldiğinde üşenmemiz, umursamamamız, hiçbir sorun yokmuş ya da varsa da kendi kendine geçecekmiş gibi beklememiz..? Saf mıyız acaba yoksa çok mu cin gibi?
Yoga derslerinde, yoganın babası olarak anılan ve yogayla ilgili bilgileri ilk kez yazılı halde bir araya getirmiş olan Patanjali'nin Sutraları'nda bahsi geçen Santosha diye bir kavram duyarız sıkça. Santosha Sanskrit dilinde "tam/bütün" anlamına gelen sam sözcüğü ile "memnuniyet/kabulleniş" demek olan tosha sözcüklerinden meydana gelmiş. Yani "tam bir kabulleniş ve memnuniyet hali" diyebiliriz sanırım. Zor ya da sıkıcı bir anın içinde bile olsanız şikayet etmeden, memnuniyetle kalabilme hali. Bizim için bu "şükür" kavramıyla çok yakın gibi geliyor bana. Mutluluğunuzu dışarıdan herhangi bir etkene bağlamayıp, kendi kendinize, o an olduğunuz ya da olamadığınız halinizle, yargılamadan ve daha fazlasını beklemeden mutlu olabilme hali.
Tibet'in ruhsal lideri 40. Dalai Lama'ya göre, "Mutluluğu aramanın ilk adımı öğrenmektir. Öncelikle bizim için olumsuz duyguların ne kadar zararlı ve olumlu duyguların da ne kadar yararlı olduklarını öğrenmeliyiz. Bunların sadece kişisel anlamda değil, toplumlar ve dünyamızın geleceği açısından da zarar ve faydalarını anlamalıyız. Anladığımızda, durum ne kadar zor olursa olsun olumlu duyguları benimsemeye, geliştirmeye ve artırmaya karar vermeye başlarız." (Mutluluk Sanatı - Klan Yayınları)
Doğal olanı - değişimleriyle birlikte - önce fark, sonra kabul edip zorla ve bencilce değiştirmeyi bıraktığımızda, değişim o kadar da sancılı olmayacaktır belki.
Nihayetinde, Gregor Samsa'nın bir sabah kendini beklenmedik şekilde devasa bir böceğe dönüşmüş olarak bulması, yazarın hayalgücüne yansıyan bunalmışlığının ötesinde, belki de artık insanoğlunun kendi doğasına aykırı yaşamasına doğanın yüce güçlerinin bilinçli bir müdahalesidir. Kafka'nın eserini anlatırken kullandığı ifadeler de bu fikri destekler gibidir:
“Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay.”
Yoga derslerinde, yoganın babası olarak anılan ve yogayla ilgili bilgileri ilk kez yazılı halde bir araya getirmiş olan Patanjali'nin Sutraları'nda bahsi geçen Santosha diye bir kavram duyarız sıkça. Santosha Sanskrit dilinde "tam/bütün" anlamına gelen sam sözcüğü ile "memnuniyet/kabulleniş" demek olan tosha sözcüklerinden meydana gelmiş. Yani "tam bir kabulleniş ve memnuniyet hali" diyebiliriz sanırım. Zor ya da sıkıcı bir anın içinde bile olsanız şikayet etmeden, memnuniyetle kalabilme hali. Bizim için bu "şükür" kavramıyla çok yakın gibi geliyor bana. Mutluluğunuzu dışarıdan herhangi bir etkene bağlamayıp, kendi kendinize, o an olduğunuz ya da olamadığınız halinizle, yargılamadan ve daha fazlasını beklemeden mutlu olabilme hali.
Tibet'in ruhsal lideri 40. Dalai Lama'ya göre, "Mutluluğu aramanın ilk adımı öğrenmektir. Öncelikle bizim için olumsuz duyguların ne kadar zararlı ve olumlu duyguların da ne kadar yararlı olduklarını öğrenmeliyiz. Bunların sadece kişisel anlamda değil, toplumlar ve dünyamızın geleceği açısından da zarar ve faydalarını anlamalıyız. Anladığımızda, durum ne kadar zor olursa olsun olumlu duyguları benimsemeye, geliştirmeye ve artırmaya karar vermeye başlarız." (Mutluluk Sanatı - Klan Yayınları)
Doğal olanı - değişimleriyle birlikte - önce fark, sonra kabul edip zorla ve bencilce değiştirmeyi bıraktığımızda, değişim o kadar da sancılı olmayacaktır belki.
Nihayetinde, Gregor Samsa'nın bir sabah kendini beklenmedik şekilde devasa bir böceğe dönüşmüş olarak bulması, yazarın hayalgücüne yansıyan bunalmışlığının ötesinde, belki de artık insanoğlunun kendi doğasına aykırı yaşamasına doğanın yüce güçlerinin bilinçli bir müdahalesidir. Kafka'nın eserini anlatırken kullandığı ifadeler de bu fikri destekler gibidir:
“Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay.”
Fotoğraf "Opera Australia"nın opera.org.au sitesinden alınmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder