Üzüntü ve Muz Kabuğu... 🥀

 



Paul Auster'la tanışmam lise iki, belki üç. O yaşta beni çok etkileyen New York Üçlemesi'nin (Cam Kent/Hayaletler/Kilitli Oda) Metis baskılarını vermeseymişim kapak içine attığım tarihi net olarak söyleyebilirdim ama az önce kütüphanemi taradım, yoklar. Anlaşılan o ki onlar da birkaç yıl üst üste yaptığım koli koli kitap bağışlarından birinde gitmiş. Azalmak güzel şey evet de, bazı şeyleri de tutar be insan elif... 

Üçlemeyi okuduktan sonraki günlerde ders çıkışı sinemaya gittiğimi hatırlıyorum. Okul Kızılay'a yakındı ve Batı Sineması bizim neslin mühim mekânlarındandı. Arkadaşlarımla falan değil, çoğu zaman olduğu gibi tek başıma gitmiştim. Hangi film, hiç fikrim yok. Salonun boş olduğu, birkaç koltuk önümde benim yaşlarımda bir çocuğun oturduğu, bir de film bittikten sonra yaptığım şey kalmış aklımda. Üçleme'de beni en çok etkileyen şey "tesadüfler hayatımızı nasıl değiştirir" meselesiydi. O telefona cevap verseydim n'olurdu? Telefondakine 'evet aradığınız kişi benim' demeseydim n'olurdu. Hep yürüdüğüm yoldan sapıp bir ara sokaktan yürüseydim hayatımda ne değişirdi? vs.

Ve böylece takıldım çocuğun peşine. Hafızamız anı parçalarını çokça değiştirebiliyor malum. Nerede, kim, hangi tarih gibi ana unsurlar dışındaki şeyleri zihin baştan yaratıyor sanırım çoğu zaman. Örneğin bu çocuk hafif kambur yürüyen, karman çorman saçlı, bir eli okul pantolonunun cebinde, çantasını tek omzuna asmış epey uzun boylu bir tip gibi geliyor şu an gözümün önüne. Ama uyduruyor olmam da kuvvetle muhtemel. Gugıl'a size verdiğim tarifi aynen yazınca şıp diye kafamda canlanana çok yakın bir çizim çıkması da hoş mu ürkütücü mü bilemedim.

Neden takıldım peki peşine, amaç ne yani? Arkasından yetişip n'aber mi diyeceğim, tanışacak mıyım, gidip bir yerde karşısına oturup beni görmesini mi sağlayacağım? Tabii ki hayır, hiç elif hareketleri değil bunlar. Sadece Paul Auster etkisiyle kendi tesadüflerimi yaratıp rutinime kendimce ufak bir heyacan katmışım sanırım. Çocukken anneannemle Emek'teki salı pazarına gittiğimizde arkada kalıp araya bir sürü insan girmesini sağlar, anneannem panikle beni arayınca da nedense çok eğlenirdim. Kötü müymüşüm acaba? İşte bu çocukla da arama epey bir mesafe koyup başladım takibe. O zaman stalk sözcüğü icat edilip popülerleşmemiş daha ama ben fark etmeden eyleme bile geçirmişim maşallah. Neyse, çocuk sağa dönüyor ben de dönüyorum, sola sapıyor, ben de hop sola. Sonra baktım eve yaklaşacağıma gittikçe bilmediğim yerlere geliyorum. Dedim elifim hadi saçmalama artık, eğlendin yeter, bir yerden dönüp yoluma gittim. Peki n'oldu? Hiç. E ama devam etmemişsin ki yavrucum, macera merakın olay belki yeni yeni maceraya dönüşmeye başlayacakken mantığın devreye girince son bulmuş. İyi ki de bulmuş, canım mantığım aylavyu.

Üniversiteye başladığımda zorunlu olarak aldığımız bir Türk Dili ve Edebiyatı dersi vardı. Sunum yapmamız gerekiyordu ve ben bu üçlemeyi seçip nasıl büyülendiğimi anlatmıştım. İstemiştim ki herkes benim kadar etkilensin de gidip alsın, okusun, hayatı renklensin. Canım ya, ne safmışım. Sınıf muhtemelen uyuyordu. Kızın biri de Romain Gary'ye Romain "Gray" deyip durmuştu sunumu boyunca, sinir olmuştum. Sunacağın adamın adını bi zahmet doğru oku ya demiştim içimden. Doğrucu Davut tarafımla her daim kol kola gezerdim. Dokuzun katları kadar çok sayıda köyden kovulma maceralarım da ta çocuklukta başlamıştı zaten. Artık Davut da ben de epey yaş aldık, ama doğrularımızdan hiç şaşmadık çok şükür.

Canım Paul Auster'a döneyim. 8 Nisan 1999'da üçlemenin İngilizcesini almışım. Tam 25 yıl önce. İngilizce öğretmenliğine ilk başladığım zaman, hatta 17 Nisan'da iş başı yapmadan hemen önce almışım yani. Bu seferki üç kitabın bir arada basıldığı 314 sayfalık Faber&Faber kopyası. Bunu vermemişim neyse ki. Şimdi almaya kalkışsam alamam piyasanın bu durumunda.



Sonra başka kitapları girdi hayatıma elbette Auster'ın ve beni çok farklı açılardan etkilemeye devam etti. Çok sarsan kitaplar oldu, Görünmeyen gibi, yerimde oturamadığım, konunun ağırlığı nedeniyle boğulacak gibi olunca kitabı bırakıp dolaşmaya çıktığım, sonra koşa koşa başına geri döndüğüm. Son kitabı Baumgartner'ın İngilizcesini almaya niyetlenip 600 küsur TL'ye denk geldiğini görünce caymış, Türkçesini almıştım. Kısacık bir kitaptı, keyifli yanları da vardı elbette, ama biraz zor gitti açıkçası. Hatta burada başlayıp sömestirde Fransa'da yaşayan arkadaşım Özge'nin yanına gittiğimde Lyon'da bitirdim kitabı ve ona bıraktım. Kopuktu sanki,  ara geçişler çok hızlı, bağlantılar eksikti. Diyebilirsiniz ki sen kim oluyorsun bre elif? E okurum işte ve okur gözlüğümle bakıyorum olaya. Bu tatil günü de ta ne zaman aldığım ama henüz bitirmediğim İç Dünyamdan Notlar'la geçecek, belli oldu.

Şu da var tabii. Büyük yazar olmanın böyle bir handikapı söz konusu, herkes büyük büyük beklentiler içinde. Marquez'in oğullarının yazarın "basılmasını istemiyorum" demesine rağmen adamcağızın ölümünden on yıl sonra yayımlattıkları Ağustos'ta Görüşürüz'ü okurken de aynı şeyi düşündüm. (e adamlara laf ediyorsun ama alıp okumuşsun çocuğum? İnsanoğlu böyle iki yüzlü ve pislik işte. Hem çıkmış artık ya! İstemediğim kitabı basarlarsa okumayın dememiş ki Marquez!) Evet, şunu düşündüm: çıkabildiğin bir zirve varsa (pek çok yazar çizer sanatçı için yok bile öyle bir yer, çoğumuz tarihin sayfalarını bile göremeden kaybolup gideceğiz malum) orada mı bırakmak lazım cidden acaba? Ama o da bu insanların yazma işine ilk başladıkları zamanki yola çıkış sebebi olan "yazmayı sevdiği için yazma, anlatma arzusu duyma, yazarak özgürleşme" haklarına aykırı değil mi? Açıklamaya mecbur mu ne yazdığını, neden yazdığını? Kendini beğendirmek zorunda mı? 

19.12.2023 - Miyu Hanım kameralarımıza Bay Auster'la kahve içip Baumgartner kritiği yaparken yakalanmıştı. 

Bu sabah haber okurken Paul Auster'ın öldüğünü okuyunca sesli bir "aaaaa" çıktı ağzımdan. Gözlerim doldu. Halbuki biliyordum yaşlı olduğunu, kanserle mücadele ettiğini. Ama üzülmeye engel mi bunlar? 77 yaşında göçüp gitmiş usta. 77'nin benim doğum tarihim olması tuhaf bir şekilde iyi geldi, sıkı bir okuru olmak dışında da özel bir bağım varmış gibi. Saçma tabii, ama ben saçmalamalarımı seviyorum. Sadece benim bildiğim anlamlar katıyor hayatıma ve hayal dünyama. Bir de Auster'ın oğlu iki yıl önce aşırı dozdan ölmüş, bilmiyordum. Ne kadar korkunç bir acı. :(

Hoşça kal usta. Çok sevdim ben seni. Hâlâ da çok seviyorum. Gülümseyen bir fotoğrafını aradım, gülümsemeye çalışırken ağzının hafif çarpıldığı fotoğraflar bulabildim sadece. Dudakların kıvrılmaya çalışsa da gözlerinde hep derin bir hüzün. O yüzden zorlamadım daha fazla. Seni tüm ciddiyetinle gösteren, insanda gözlerinin içinden geçip zihnine girme isteği uyandıran fotoğraflarını seçtim. Dilerim yattığın yerde huzur bulursun. Bahçede güller açmıştı günler önce, ama öyle yağmurlar yağdı ki hepsinin boynu büküldü şimdi, senin ölüm haberinin bendeki etkisi de öyle oldu biraz...

Bir de biliyorsun, bu tarafta kalanlar siz ölenlerin orada buluştuğuna falan inanıyor. Varsa öyle bir şey, selamımı söyle sevgili Ursula'ya, güzel gülüşlü Marquez Baba'ya, Joan Didion'a, canım Tolkien'a, Milan Kundera'ya, Beauvoir-Sartre ikilisine, Matthew Perry'ye, Chris Cornell'e, Robin Williams'a, Amy Winehouse ve Kurt Cobain'e, Diana'ya (amanın bitmez bu liste... boşver sen iyisi mi. Elbet bir gün biz de geleceğiz orası her neresiyse. Ha yoksa da geçerken uğramış, bir tatlı huzur almaya gelmiş oluruz, devasa ve sonsuz yaşam sonrası boşluğuna).



Paul Auster
03.02.1947- 30.04.2024 

🥀

Yorumlar

  1. Bir dönem -yaklaşık 20 sene öncesine denk düşüyor- o zamanki ruh hallerine denk düşen romanlarını hayranlıkla okumuştum. Özellikle tesadüf izleğine takılmıştım, ben de. Romanlarından ayrı olarak, Kırmızı Defter çok özeldi, benim için.
    Yazdıklarını okuyanlar oldukça, kelimeleri insani izler bırakmaya devam edecek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kırmızı Defter en ufak hacimli kitabı olmasına rağmen enim de en sevdiğimdi ya. :)

      Sil
  2. ne güzel yazmışsın. Sevdiğim bir yazar/şair/müzisyen öldüğünde çok sevdiğim bir yakınım ölmüş gibi üzülürüm ben. bir de, gayet bencilce, bir daha okuyacağım/dinleyeceğim bir eser veremeyecek olmaları içimi acıtır. senin yazını da böyle bir hisle okudum.
    Huzurla uyusunlar ya da bilmiyorum işte, buluşuyorlarsa orada, müthiş zengin bir edebiyat/kültür/sanat prtamı var demektir, tadını çıkarsınlar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biz kalanlar için üzücü, onlar adınaysa ne güzel bir kazanım, hiç tanımadıkları binlerce milyonlarca sevenlerinin olması. Gerçi ölünce bu kazanımlar n'oluyo o da ayrı mesele. :) Giden gidiyor, eksisi de artısı da geride kalana galiba sadece...

      Sil
  3. çok utanarak söylüyorum, benim ihmal ettiğim bir yazar paul auster. sanırım bu yıl veda etmek yerine ben onunla tanışacağım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumadığımız için utandığımız şeyleri/kişileri buraya yazarsak hep beraber Mars'a köprü atarız bence. :D Aslında imrenilecek bir şey bir yandan, ilk defa tanışacak olmanız. :)

      Sil
  4. Elifcan bana getirmek icin kitabi cok hizli okudun ve ben hala okumadim zira sanirim senin ve annemin yorumlarindan etkilendim biraz. Vefakat okumadigim iki kitabindan biri ve Paul Auster’in anisina hemen okuyacagim ikisini de. Bu arada stalker Elifffff ve ananeye yaptiklarina baaakkkk😂😂😂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özgeeee pislik bi arkadaşın var anacım. 😂 Ya evet etkilemiş olabilirim seni de kitap konusunda ama biliyorsun düzgillerdeniz sen ben. :) Bi de belli mi olur, sen farklı düşünürsün belki.

      Sil

Yorum Gönder