Ey Özgürlük!



Yağmurlu olacak gibi görünen hafif kasvetli bir Ankara gününden merhaba. Ben bir şey yaptım, hür irademle.  Burayı düzenli okuyan blog dostları ve benim de başka bloglarda yaptığım gibi sessizce takip eden okurlar çok şaşırmayacaktır. Zira, son bir yıl içinde birazdan bahsedeceğim konuyla ilgili serzenişlerime,  kararsızlıklarıma sık sık şahit oldular. 

Dün sabah, on beş gündür zaten deaktive edilmiş halde bekleyen instagram hesabımı şak diye kapattım. Tamamen. Dondurma falan değil, tekmeyi vurdum, uçurumdan aşağı, meta şirketinin karanlık kuyularının içine doğru yuvarlayıverdim. Köşenin Delisi doğup büyüdüğü yer olan köyüne, bu canım bloga kesin geri dönüş yaptı yani. Cafcaflı, ışıltılı, çok havalı ve kalabalıklardan kendi sesinizi bile duyamadığınız kozmopolit instaşehrini terk etti. "Şehirden sıkıldık, köye yerleşip salatalık ekicez" diyip birkaç ay sonra atar topar geri dönmek zorunda kalanlara benzemem umarım.

Şak diye kapattım dediğime bakmayın, dedim ya, sürekli gel-git içindeydim ve bu artık mutsuz ediyordu beni. Bu konudan ilk kez bahsettiğim yazıyı 19 Nisan 2023'te yazmışım. Hesabımı da dün, yani 19 Nisan 2024'te kapattım, tam bir yıl sonra. Planlasam yapamam. Dedim ya, uzun zamandır sadece zihnimi değil, benzer şeylerden muzdarip arkadaşlarımla sohbetlerimizi ve bazen burayı da meşgul eden bir konuydu instaşehir benim için. Bu süreçte izlediğim, okuduğum çok fazla şey oldu ve gördüm ki tüm dünyada epey insan dertli bu konuda. Hesabımın deaktive halde beklediği on beş günde hem çok düşündüm bu konu üstüne, hem de işlerini sosyal medya hesapları üzerinden yürütmek için çok çabalayan sanatçıların ve başka iş sahiplerinin, sosyal medyayı neden bıraktıklarına ilişkin açıklama videolarını izledim, uzman görüşlerinin yer aldığı pek çok podcast dinledim, hatta bu podcastlerden biri sayesinde Cal Newport'un Digital Minimalism kitabı ve kavramıyla tanıştım. Bunların hepsi kararımı epey etkiledi ve hızlandırdı diyebilirim.

Tek bir boyutu yok tabii bu sürecin benim için, ama burada belli başlı şeylerden bahsedeceğim. İlk kitabım çıktıktan sonra, dışarıdan bakan göze çok aktif görünsem de, arada kaçıp gitmek istediğim (ve tam da bu yüzden telefonumdan defalarca silip geri yüklediğim) bir mecra haline gelmişti instaşehir. Sahteliği, hızı, karmaşıklığı, bazı şeyleri zorunlu kılması, hiçbir şeyin kontrolü bende değilmiş hissini getiren bağımlı kılma hali... Eşimi, oğlumu, arada özel günleri paylaştığım kişisel hesabım, o sırada bana çok mantıklı görünen, ama şu an hata olduğunu anladığım bir adımla edebiyat paylaşımlarını da oradan yapmaya başlamamla, bir anda tanımadığım ve iletişim kurmadığım bir sürü insanla dolu bir yere dönüştü. 

Evet, kitabımla ilgili paylaşımlara beğenilere elbette hep çok mutlu oldum. Hiç tanımadığım insanlar yazıp ne kadar etkilendiklerini, kendilerinden çok şey bulduklarını söyleyip masa başında geçirdiğim o sonsuz yalnız anların boşa olmadığını gösterdiler bana. Hatta o güzel insanların bazısıyla tanışma fırsatı bile buldum. Kitabımı içtenlikle, karşılık beklemeden, gerçekten değer verdiği için paylaşan, sürekli 'ay bi türlü bulamıyorum nereden alacaktık' diyerek beni epey güldüren "arkadaşların" aksine, sessiz sakin kitabı edinip okuyan, sonrasında bana yazan tanıdık tanımadık ama çok içten bir sürü güzel insan oldu. Sağ olsunlar, var olsunlar.

Ama ben yine de çok yoruldum. Kitabımla ve yazı-çiziyle ilgili gönderiler hazırlamaktan aslında epey keyif almamdan bağımsız olarak, kitabımın reklâmını yapmak zorunda hissetmekten yoruldum, çünkü ben instagramdan hiçbir şekilde para kazanmıyor ve geçimimi yazarlıkla sağlamıyorum (böyle bir beklentim de yok). Tanınmak ya da çok satmak gibi bir amacım da yok, hiç olmadı. Ne pazarlamacıyım, ne influencer, ne de "celebrity". Yazmayı gerçekten çok sevdiği için yazan, hatta dönem dönem yazmayı tamamen bırakma potansiyeli hortlayan kendi halinde bir insanım ve bir iddiam/yarışım yok. Hatta edebiyatın/sanatın bir rekabet/ispat/kendini gösterme/böbürlenme alanı olarak kullanılmasından da son derece rahatsızım.

Dediler ki kapatamazsın sosyal medyanı, olur mu öyle şey, delirdin herhalde, kitabına sahip çıkman lazım, o kadar emek var. Önce mantıklı geldi, hatta belki hâlâ mantıklıdır ama ben bu işin tek yolunun bu olduğunu ve kendi kitabını tanıtmanın bir yazarın görevi olduğunu düşünmek istemiyorum. Yine de epey şey denedim. Reels videoları bile çektim, bir sürü başka şeyle vakit ve enerji kaybettim. Ne için? Beğeni almak için. Neden? Çünkü insanın gururu okşanıyor. Peki sadece o anlık iyi hissettirecek, "onaylanma hissi" yaşatacak bir şey için bu kadar vakte, enerjiye değer mi? Sanırım bu yazının asıl konusu bu.

                   Image by thomkesslertherapist.com

Anlayamadığım şey şu. Ben kitabıma zaten sahip çıktım. Onu yazarak! Yıllar boyunca bir masada, destek yerine köstek olan her ama herkese rağmen tek başıma oturup her daim devam eden işimin gücümün arasında, ailemden ve sosyal hayatımdan ödün vererek, kafa patlatıp vazgeçmeyerek sahip çıktım. Ötesi bende değil ki. Ya da olmamalı. Kendi sınırlı çevresinde kendi kendine imza ve söyleşi günleri düzenlemeye çalışmak ve kitap "satmak" yazarın görevi mi? Bence değil. Olmamalı. 

Instagram hesabımı 2012'de açmışım. Kitabım çıkmadan önce sadece tanıdığım insanlarla takipleştiğim, hepi topu 150-200 kişinin (belki daha da az) takip ettiği bir yerdi. Zaten dün kapatırken en çok üzüldüğüm şey eşimle, oğlumla, kedilerimle ilgili yaptığım paylaşımların bir logbook'u gibi olan o ilk gönderileri silmek oldu. (elbette hepsinin kaydını aldım; eh kafamda ve kalbimde her daim kayıtlılar zaten çok şükür.) Dün kapatırken ise, 750'ye yakın bir rakam gördüm takipçi yazan yerde. Yani "edebiyat camiasına" girişimle birlikte gelen epey insan olmuş. Hoş gelmişler elbette, buyursunlar, ama sıfır iletişim. Kimse hiçbir şeye mecbur değil tabii ki, ama hayatımda hiç görmediğim, çoğu kitabımı, öykülerimi okumamış kişiler  ne için burada? Çoğu insan, hele ki benim gibi ilk kitapları çıkmışsa, piyasada tutunmaya çalışıyorsa vs. takipçi sayısını arttırmanın peşinde ve arkadaşlarında gördükleri "benzer" çevrelerden insanları ekliyor. Onlar da kendilerini takip etsin diye. "Ayıp olmasın" mantığıyla takipleşme başlıyor, ama aslında kimse kimseyle gerçekten ilgilenmediği için körlerle sağırlar birbirini ağırlıyor, hatta ben dahil herkes o kadar çok hesabı takip ediyoruz (ediyorduk) ki hepsine yetişmek mümkün olmadığından, çoğu hemen "sessize" alınıyor. Yani kesinlikle kendimi de ayrı tutmuyorum bu güruhtan. 

Sanırım benim hatam, çok az sayıda tanıdığım insanla görüştüğüm kişisel bir hesabı profesyonel hale getirmeye çalışmak oldu. İkisini ayrı tutmak lazımmış. Hâlâ yapılabilir elbette, ama sıkıldım uğraşmaktan. Yazmaya, okumaya, sevdiklerime ayırabileceğim vakti ve enerjiyi,   ya anında binlerce şeyin arasında kaybolup giden gönderiler düzenlemeye ya da işte böyle  düşünüp kendi kafa karışıklığımı anlamaya çalışarak boşa harcadığım hissi epey hakimdi son dönemde. 

En fenası, bunun zihnimde kapladığı ve engel olamadığım şekilde büyüyen yer. Benim sevdiğim şey yazmak, okurun sevdiği şey de okumak. Birbirimize karşı başka bir yükümlülüğümüz (takip etmek, beğenmek, yorum yapmak, paylaşmak vs) olduğunu düşünmüyorum. Yani beğenilirse ne âlâ, harika, ama bu  İngilizce "instant gratification" dedikleri şeye dönüşmeye başlayınca sıkıntı işte. (anlık tatmin, anlık doyum ne derseniz artık) 

Bu süreçte, zaman zaman yakın arkadaşlarımla da paylaştığım bir şey oldu: ciddi bir dikkat ve anksiyete sorunu ortaya çıktı bende. Odaklanma seviyem her zaman olmasa da çoğunlukla yerlerde sürünmeye başladı. Hiç fark etmeden beklentiye girip gerilmeye başladığınız ve bu yüzden kendinizden soğuduğunuz bir aşama bu. En huzurlu olmanız gereken anlarda bile, örneğin günün yorgunluğunun bitip gecenin sessizliğinin, sakinliğinin, sağaltıcı yanının gelmesi gereken zaman diliminde gelen telefona bakma ihtiyacı,  çok isteyerek aldığınız yeni kitabın kapağını açtığınız sırada bir anlığına el alışkanlığıyla baktığınızda geliveren birkaç beğeni neticesinde hop su yüzüne çıkıveren ego vs.

Velhasılıkelam, artık bana iyi gelmeyeni görmekle kalmayıp bu konuda bir şey yapmam gerekiyordu. Yıllarını bu mecraya verip on binlerce takipçi toplamış, işini orada kurmuş, bundan para kazanan insanların bile yavaş yavaş terk etmeye başladığı bir yer instagram ve diğer popüler sosyal medya araçları. Verdiğiniz süre/çaba/emek/enerji, elde ettiğiniz sonuca değiyor mu? Sorulacak soru bu. İster para kazanmak için orada olun, ister yaptığınız bir işin duyulması sağlamak için, elde ettiğiniz sonuç çabanızla doğru orantılı mı?

Uzun lafın kısası, ben bir tercih yaptım. Sonradan pişman olurum olmam, şu an bilmem mümkün değil. Hem kendimle ve yazıyla, hem de  ailemle ve bir avuç arkadaşımla geçireceğim zamanı, kaliteli, anlamlı ve kalıcı çabayı tercih ettim. Eh tabii bunların sonucunda bir nevi tırnak içinde bir tür yalnızlığı. Ve işin en acı yanı şu ki bu tercihi yapmam bir yıldan fazla zamanımı aldı. Aynı bana kıymet/zaman/emek vermeyen insanları hayatımdan çıkarmamın maalesef zaman aldığı gibi. Bende işler biraz böyle yürüyor maalesef. Uzun zamana yayılarak, gerçekten kendimi tüketme noktasına getirene kadar. İçimi kemiren ne varsa, bendeki değeri tamamen tükenene kadar kemirmesine izin vererek. Aferin çocuğum.



Pılıyı pırtıyı toplayıp ortamdan uzaklaşan 
elif görseli çizmişler haberim yok.

Sosyal medyayı bize hiç çaktırmadan, eğlendiriyormuş, faydamızaymış, sosyalleştiriyormuş, elimizi kuvvetlendiriyormuş gibi servis edip servetine servet katan vicdansızların oyunları, tuzakları artık tartışılmaz boyutta ve bir sürü bilimsel araştırmanın belgelediği bir şey. Ama sorunu fark ettiğimizde ve bize zarar vermeye başladığını anladığımız noktada geri çekilmek de bize ait. Ben o konuda biraz geç kalmışım belli ki.

Yazıyı yıllar önce izlediğim bir belgeselden hâlâ çok gülerek hatırladığım bir anekdotla bitireyim. Belgesel fobilerle ilgiliydi. Her bölümde bir kişi fobisinden bahsediyor (örümcek, güvercin, yılan vs) ve kişinin bu korkusunu aşama aşama yenmesi hedefleniyor. Benim bahsettiğim bölümde dev gibi bir Amerikalı tır şoförü vardı. Ve fobisi kedilerdi. Kedi. Minicik. Tır şoförü. Kocaman. Peki.:) Ne yaptılarsa olmadı ve bölüm sonundaki değerlendirmede adamı tırının önünde, kocaman kollarını göğsünde kavuşturmuş halde aşağıdan bir açıyla çekmişler, iyice dev gibi olmuş. Arkada da minicik bir kedi, yalanıyor mu öyle bir şey. Ve şöyle diyor amca: "Kedilerin benden üstün olduğunu kabul ediyorum." Yine çok güldüm. 😂 (Yani üstünler zaten, o ayrı mesele de...)

İşte ben de herkesin herkesi çok seviyor gibi göründüğü, sosyalliğine sosyallik kattığı(!), hep çok iyi hep çok keyifli hep çok başarılı hep çok "hep" olduğu instagramı kendimce çeşitli şekillerde "kandırıp" yola getirmeye çalıştım. Defalarca telefonumdan sildim, defalarca dondurup çözdüm, haftalarca girmediğim oldu, bir sürü ekran süresi sınırı koydum vs... ama sonunda kabul ettim. Yok işte arkadaş, herkes her konuda iradeli olabilecek diye bir şey yok demek ki. Ben de tır şoförü amca gibi deklare ediyorum burada, huzurunuzda: "Instagram'ın üzerimdeki olumsuz etkilerini kabul ediyor ve geri çekiliyorum."



Bitirirken not düşmek isterim. Kendini yıpratmadan, kısacık ömrünün kıymetli saatlerini ve enerjisini saçmasapan şeylere harcamadan ya da bu mecraları sadece iş için kullanıp hiçbir şeyi kendine kişisel dert edinmeyen iradelilere de selam ve helal olsun. Bir noktadan sonra bende işlemedi bu maalesef. Gelenlerle sessiz sakin, reklâmsız algoritmasız, reelsiz ama samimi, gerçek sohbetli bu alanda görüşürüz. Sağlıcakla kalın.

Yorumlar

  1. yorum yapmadığıma bakma, okudum hepsini :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. E yapmışsın ki yorum :D

      Sil
    2. Asla sizi kastetmedim ki zaten canımcım. :) Siz ayrı, ışıklı şehir instaland ayrı :)

      Sil
    3. Ben de ben de ! :)))
      Yani okudum ve yazdım. ;)
      Eklenti yapmadan duramadım, içimdeki muzır dürttü.

      Sil
    4. Ya siz çok tatlısınız ama. 😄❤️

      Sil
  2. Merhaba Elif,
    Zehir zembelek bir yazı yazmışsın :) Daha önce de instagramı açıp kapattığını hatırlıyorum sanki. Belki bunun için bir şeylerde yazmış olabilirim. Çoğu yazdıkların o kadar doğru ki. İnstagram yolunu bulanlar için acayip bir geçim kapısı. Bunu bir arkadaşımdan biliyorum, oturduğu yerden güzel para kazanıyor link falan vererek. Ama kendisine ters gelse de oyunu kuralına göre oynuyor. Sahte
    beğenmeler, canımlar cicimler, koca koca insanlar dudaklarını büküp şirin olacağım diye her türlü saçmalığı yapmalar,
    yapılan olumsuz yorumları ciddiye almalar.. Ama her şeyin bedeli var tabi.
    Bir de bizim gibi öylesine takılanlar. Benim instagram beklentim sadece güzel anları, görüntüleri paylaşmak. beni takip ediyor diye takip yapmıyorum hatta bir çok akraba, arkadaş bu yüzden bana çok kızıyor, küsenlerde var. Sevdiğim hoşlandığım görüntüleri veren hesapları takip ediyorum. Kendisini, ailesini, çoluğunu çocuğunu devamlı paylaşanları takip etmiyorum. Günde akşam üzeri işten gelmişim elime bir kahve aldığımda açıp bakıyorum bir saat. Sonrasında kapatıyorum, evet bunu başarıyorum yıllardır.
    Bir de sessiz takipçilerden bahsetmişsin hem bu bloglarda hem instagramda. Şöyle düşünüyorum; beğendiğimiz onay verdiğimiz her insana , hesaba yazsak, etsek işin içinden çıkılmaz. Her insan kendi keyfince vakit geçiriyor. Hatta büyük hesaplara bakıyorum bir resim altında 2500 tane birbirine benzer cümle. niye buna alet olayım, tek faydası o hesabın yararına.
    Dünyada her şeyde olduğu gibi bu mecralarda da beklentisiz olmak, önemsememek en güzeli. Yoksa zararı insanın kendi kendine sinir olmasından başka bir şey değil.
    Ama instagram hatta facebook bile son zamanlarda reklamlardan dolayı insanı çileden çıkarıyor. Takip ettiklerimi artık reklamlar ya da sponsor hesaplardan dolayı göremez hale geldim. Bırakırsam bu yüzden bitecektir benim için..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pelinbembesi selam :) Pelin mi demeliyim bilemedim, pembesini de ekledim. :) Zehir zemberek olması için özellikle uğraşmadım, yapım gereği dümdüz söylüyorum içimde ne varsa. Bir de kendi çöplüğüm ya, beğenmeyen tekrar uğramaz düşüncesi var herhalde. :) Çok kapatıp açtım evet, o kadar ki yalama olmuştu artık bence hesap. Ve o dediğin sebepti ilk oturup ciddi ciddi düşünmem. "Yahu para kazanıyor olsam neyse, iş bu der geçer, paramı alır otururum, ama saatlerimi neye harcıyorum ben?" Çünkü para kazanmasan da her paylaşıma ayırdığın bir vakit/enerji var, hele ki benim gibi aman dil düzgün olsun vs uğraşıyorsan... Aslında ben de senin gibi kafama göre takılırken gayet mutluydum orada, ta 2012'de açtığım bir hesap sonuçta... bu anlattıklarım son 1.5, belki 2 yıl. Sanırım hatam edebiyat kısmını özel hesaba entegre etmek oldu, çünkü sonrası birden hızlanıp karmaşıklaşan bir hal aldı. Dediğim gibi, senin gibi iradeli ve ölçülü kullanabilenlere hayranım zaten, ama bende bir noktada terazi şaştı demek. Bir de, yazıda açıkça söyledim sanıyordum ama yorumunu okuyunca yanlış mı anlaşılmış diye geridönüp baktım. Sessiz çoğunluğa kendimi de dahil etmiştim. Hele ki burada, blogda (yorum gelince çok mutlu oluyorum elbette, o ayrı) hiçbir yorum beklentim olmadan yazıyorum. Instagramda durum kişiye ve kullanım amacına göre değişir sanırım, çünkü belli mecralara dahil olunca karşılıklı bir alışverişe dönüyor ister istemez. Bir de ciddi samimiyetsizlik örnekleri yaşadım, onlar bende kalsın. :) Beklentisizlik ve insanları takmamak üstünde çok çalıştığım şeyler, çok yol geldim ama biliyorum ki çok da yolum var. Tır şoförü-kedi örneğini bu yüzden vermiştim. :) Mesela ben kedi delisiyim, çocukluğumdan beri hep kedim oldu ve onlardan korkan birini anlamam mümkün değil. Ama koca adam tir tir titriyor, e var muhakkak bir sebebi... Kimi için yapması çok kolay olan şeyler, kimi için ciddi birer zorluk ve sınav... Vakit ayırıp upuzun yazmışsın, sağ ol. :)

      Sil
    2. O diil de uzun uzun mektuplaşmışız gibi oldu 😂

      Sil
    3. Ne güzel oldu bence:)
      Bir de blogları uzun zamandır okumuyordum, listemin en üst sırasında vardı yeni yazın. Okuyup
      bir şeyler yazmak içimden geldi. Pasımı attım üzerimden!
      Bloglar çok daha değerli, hala uzun yazıları okumayı sevenler derneği :)

      Sil
  3. Merhaba sonuna kadar okudum. Ne Instagram ne de diğer sosyal şeylerim var. Sadece blogları okuyorum (bloğumda yok) arkadaşlarımdan duyduğum kadarı uzak dur diyor. Ama buraya yazın lütfen. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet hiç bulaşmamak en güzeli galiba, yani benim kadar kafaya takan biriyseniz. :) Buralardayım, beklerim.

      Sil

Yorum Gönder