Alacakaranlıktan Gün Işığına



Bu sabah normalden erken uyanıp oğluşu havaalanına bıraktık. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da uluslararası bir müzik festivali/yarışması için okul korosuyla yurt dışına çıkıyor ve kalbim pır pır. :) Geçen yıl daha zordu. 2-3 hafta öncesinden uykularım kaçmaya başlamıştı ve neredeyse sürekli çarpıntım vardı. İlk kez bu kadar büyük bir yolculuğa yanında biz olmadan çıkıyordu sonuçta. Güvende olacak mı, inşallah her gün mesajla da olsa iyi olduğunu yazar vs. Sonuç: zaten sosyal ve kendine güveni yüksek bir çocuk, ama daha da büyümüş olarak döndü oradan. Sadece beş günde. Canımın en içi. ♥️🧿

Bu yıl çarpıntılarım iki-üç hafta yerine iki-üç gün önce başladı. :) Çok şükür elifcim. Ve geçen yıl hem havaalanı yolunda hem eve dönerken gözlerim dolmuşken, bu kez sadece dönüşte doldu, gelişme var bence. 😂 İnsanlar beni taştan kayadan falan yapılma sanıyor da, içi başka o kayanın.  Bi ben bilirim, bi de kalbimin iç odalarına geçiş hakkı olan bir küçük avuç insan.

Eve geri geldiğimizde saat 5'ti, şu an 6:48. Uçak kalkmıştır. Göklerde süzülüyor bi tanecim. Hepsinin yolu apaçık olsun, sağlıkla gidip çok ama çok keyifli vakit geçirip sağlıkla dönsünler inşallah. 🙏🏻 


Kendime dönecek olursam, bu ara bazı şeyler zorladı biraz. Aslında pandemiyle birlikte başlayan tuhaf ve epey uzun bir aydınlanma döneminin (bazı açılardan genişleyip bazı açılardan azalma) belki de son duraklarından biriydi (umarım zira habire aydınlanmaktan yoruldum).

Aslında çocukluğumdan beri mücadelem dışarıyla gibi görünse de hep kendimle olduğu için, yine öyle bir ara dönemdi diye düşünüp geçebilirdim, ama sanırım bu kez farklı bir şey oldu ve ben bir köprüden geçtim. Sürekli durup bir arkama bir önüme bir aşağıdan akan sulara bakmak yerine, geçtim gittim. Yıllardır bir ileri bir geri gidişlerimden yıpranmış olan dost köprü de yıkılmadan hemen önce şunları fısıldadı kulağıma: "Sen yoruldun, ben yıprandım, bir kez daha geri dönersen birlikte yıkılıp aşağı düşeceğiz. Benim zamanım doldu, sen kaç kurtar kendini. Ve artık sadece önüne bak. Seni mutlu edene, heyecanlandırana, onca çabanı, vaktini, enerjini harcadığında sonuç alabildiğini bildiğin şeylere odaklan. Gerisi senin sorumluluğunda ya da kontrolünde değil."

Böylece vedalaştık. Hüzünlenmedim desem yalan olur. Dışarıdan duvar gibi görünsek de içimiz sufle midir nedir. :)

Peki insan işe yaramadığını çok uzun zamandır apaçık gördüğü şeylerde neden ısrar eder? "Serde idealizm var hocam, ondan." "Yok hocam, idealizmin olduğu yerde değişime ilişkin umut da olur. Sen suları çekilip kurumaya yüz tutmuş bir nehir yatağında illa yüzeceğim diye tutturan ufacık inatçı bir balık gibi çırpınıyordun, anlamsız." "Doğru diyorsun hocam." "Doğru diyorsam artık bi sal hocam." Bu hocam lafı da pek hoştur, biz Ankaralıların diline pelesenk; okulda da iyidir eyvallah, ama esas akademi dışında kullanıldığında tadından yenmez. Dolmuşta, markette, sokakta ortamı yumuşatır, akademidekinin aksine mesafeyi azaltır. 

İdealizm boşa kürek çektiğinizi fark etseniz bile  inatla bırakmayıp çabalamak için bahaneye dönüşüyor bazen. Ama her şeyin sonu olduğu gibi onun da -ne kadar uzun sürerse sürsün- bir sonu var elbette. Ben de çok şeyde ilerlememi sağlayan, güç veren, önümü açan keçi inadımın bazı mevzularda artık boşa kürek çekmeye dönüştüğünü nihayet kabul edebildim. Köprüleri yakmak azıcık üstüne düşününce ne güzel bir deyim. Hem arkada bıraktıklarınızın size istedikleri an ulaşmasının önü kesiliyor, hem de siz yaşadıklarınızı unutup geri dönmeye kalkışırsanız önünüzde devasa bir hatırlatma var: yıkılan köprüden geriye kalan nefis boşluk.

Saat 7:00 olmuş. Çalışma zamanı. Hemingway beni bekler, Küba'da bir barda elinde buzlu kokteyli, görüntüdeki umursamazlığı, içindeki hüznü ve öfkesiyle.

Yorumlar