Okul "Tatilleri"nin Bir Öğretmende Bıraktığı Silinmez İzler 👣
Jules Verne İki Yıl Okul Tatili'ni yazdığında (ilk basım 1888) 130 küsur yıl sonra tüm dünyayı sarsacak Covid-19'dan ve iki yıl sürecek zorunlu eve kapanmalardan bihaberdi elbette. Geçenlerde bir vesileyle kitap aklıma geldiğinde, şu an böyle bir başlıkla yeni bir kitap yazılsa içeriğinin ne kadar farklı olacağını düşündüm.
Önce Vikipedi'den alıntılayarak İki Yıl Okul Tatili ne anlatıyordu hatırlayalım. Yamuk Türkçe cümlelerini düzelterek tabii. Rica ederim vikipedicim, ne demek.
1860 yılının 9 Mart gecesi, Chairman yatılı okulu öğrencilerini taşıyan yatın mürettebatı Yeni Zelanda'da karaya çıktığında halatlar kopar ve yat açık denize sürüklenir. Yaşları 8 ile 14 arasında değişen ve yanlarında tek bir yetişkin bulunmayan on beş çocuk, Pasifik'te bir fırtınaya yakalanır. Yatın ıssız bir adanın kör kayalıklarına vurup parçalanmasıyla çocuklar için uzun ve belirsiz tatil günleri başlar. Adadan kurutulmanın yollarını arayan çocuklar hayatta kalmak için avlanmayı, tuzak hazırlamayı, hayvan evcilleştirmeyi, barınak hazırlamayı öğrenmek zorundadır. En büyükleri olan on dört yaşındaki Gordon liderleri olur. Artık amaç, adanın yakınlarından geçecek bir gemiye işaret göndererek kurtulmaktır. Bir yıl bittikten sonra ise Briant seçimle çocukların yeni lideri olur. Çocukların arasında ayrılıklar baş göstermeye başlar. Bir grup diğerlerinden ayrılır. Eli kanlı bir haydut çetesinin kayığı kumsala vurunca bu durumu aşmak için bir araya gelirler. El birliği ile kurtarma sandalını tamir ederek yardım aramaya çıkarlar. Sonunda bir gemiye rastlar ve kurtulurlar.
Tanıdık geldi mi bir şeyler? Belki William Golding'in Sinekler'in Tanrısı'ndan, belki memleketin bir türlü düze çıkamayan halinden?
Ben çocukken Ankara'da sık sık kar tatilleri olurdu. Kışlar kış gibi geçerdi o zamanlar zira. Hatta bir keresinde "yoğun hava kirliliği" nedeniyle tatil olmuştu okul. Bizim ev, Ankara'nın çukurda kalan yerlerinden olan Kurtuluş'taydı ve gerçekten ne göz gözü görebiliyordu kirlilikten ne de is kokusuz bir nefes çekmek mümkündü.
Ama o kadardı. Kar tatili. Hava kirilliği tatili. Çoğu hâlâ devam eden resmî tatiller. Bayramlar seyranlar.
Pandemideyse, 9 Mart 1860'ta karaya vurarak olmasa da, Mart-Nisan 2020'de kapılarımıza kilit vurarak evlere kapandık. Şaka gibi geliyor dile getirince ama tam beş yıl önce. Hatta tam bu aralardı sanırım, Nisan'ın ilk haftası falan, bir haftalık kapanmaya giriliyor haberi geldi, yanımıza pek bir şey almadan, çoğu kitabımız defterimiz okuldaki dolaplarda kalacak şekilde okuldan çıkıp eve gittik, gidiş o gidiş. Net iki yıl. Yani dört dönem evden çevrimiçi ders vererek geçti. Hâlâ sevmiyorum o yüzden çevrimiçi çoğu şeyi.
İki yıl okul tatili değildi gerçi bizimkisi, ama kitabın konusunu tekrar hatırlayınca şimdi, onlarınki de tatil değilmiş ki. Tabii ki eve, annenin sürekli odanı temizlemek ya da ders çalış diye dürtmek için odana girmesiyle Pasifik'te bir adada hayatta kalma çabası epey farklı şeyler, ama özünde tüm mücadeleler aynı değil mi? Kendini gerçekleştirme çabası, istemediğin şeye direnç geliştirme hali, seçeneksizliğin getirdiği yeni mecburiyetler, kurallar, eğilimler...
Hepimizde izleri var bence o dönemin. Ama ODTÜ'yü kazanıp ilk senesini evde geçirmek zorunda kalan genç insanla, ya da son senesini, mezuniyetini, okulunu, arkadaşlarını göremeden kuru kuru geçirenle kendimi bir tutacak değilim. Ders yapıyoruz, arkadan elinde börek dolu bir tabakla ya da elektrik süpürgesiyle anne beliriveriyor. "Ama ben üniversiteyi kazanmıştım, tam da özgür olacaktım artık?"
O dönem geçti, iyisiyle kötüsüyle, çevremizde yakınlarını kaybedenler oldu, halimize şükredip sustuk oturduk. Bazı çatlaklar büyüdü ilişkilerde, dostluk süsü verilmiş uzatmalı hallerde, inceldiği yerde koptu ya da itinayla koparıldı bazı ipler, bağlar. Acıttı, ama kanayan yerler kabuk bağladı, biz kabukları koparıp tekrar kanatmamaya başlayınca da iyileşti, izi bile kalmadı şükür. Belki yağmurlu havalarda kendini çok uzaklardan hissettiren minicik, belli belirsiz bir sızı sadece. O da gitgide azaldı, soldu.
Döndük okula. Herkes ve her şey değişmiş gibiydi, ama aynı zamanda herkes ve her şey bıraktığımız gibi. Hayat bir ikilikler evreni değilse ne?
Sonra deprem oldu. Öğrencilerimizle yazıştık günlerce, etkilenen bölgede olanlarla. Çok kayıp oldu, çok korku, çok kalp ağrısı. Ve okul yine "tatile" girdi bir süre. İki yıl değilse de upuzun aylar boyunca. Kimi zaman sadece üç öğrenciyle ders yaptık. Okul ıssızlaştı, ama bu kez o ıssızlığın içinde biz de vardık.
Birazdan sınav vermek için evden çıkıp okuluma gideceğim. Kaç kişi olacak bilemeden. Hepsi olur diye umarak. Bazıları beni tepkisiz, pasif buluyor, biliyorum, ama çok şükür ki kendimi ispat çabasına girme günlerim çok geride kaldı. Biliyorum ki insanın işini iyi ve etik bir şekilde yapmaya çabalayarak, çalmadan çırpmadan hak yemeden, kimseyi ezmeden "kendi başına" mücadele etmesi de bir mücadele, bir seçim, bir hak.
Demokrasiyi sadece bizim gibi düşünenler için istediğimiz sürece demokrasi olamayacağını anlamamız neden bu kadar zor? Çünkü herkesi kapsamak öyle sanıldığı kadar kolay iş değil.
Zor zanaat insan olmak. Ve hep yeniden yapım halindeyiz, bir sebepten yerimizde saymayı seçmemişsek. Oturduğumuz yerden laf atarak da olmuyor, etki alanımızın sıfıra yakın olduğu alanlara dahil olmaya çalışarak da.
Ben iyi bir insan olmak için kendi mücadelemi veriyorum, başarılı oluyorum olamıyorum orası benim meselem. Hani şu "herkes kendi kapısının önünü temizlese, kimsenin çöp toplamasına gerek kalmazdı," misali.
O zaman gidip kapımın önünün temizleyeyim. 26 yıl emek verdiğim işin başına geçip genç zihinlerle kendimi gençleştirmeye çabalarken, onların da bir dinozordan alabilecekleri şeyler varsa onları sunmaya. Plansız, hesapsız, ajandasız, çıkarsız.
Bu dünyada kaç günüm kaldığını bilmeden, kalan günlerimde hayatım boyunca yaptığım gibi huzuru arayarak.
⛵️
ben artık öğretmen de olmak istemiyorum, bak diyeyim :) çok sevdiğim mesleğimden de soğudum bir güzel. ben bu haldeysem öğrenciler ne halde, onu hiç düşünemiyorum ama sürekli üzülüyorum, dertleniyorum, onlar için, oğlum için. hem özgür, hem mutlu hem umutlu olmak bu kadar zor olmamalıydı sanki...
YanıtlaSilBeni de soğutan çok ama çok şey var, hem de uzun süredir, ama yine de bir gün bu işi yapmama/yapamama vaktim geldiğinde ne kadar özleyeceğimi düşünüp tadını çıkarmaya çalışıyorum. :) Bi de öğrenciler can ya, çok şey öğreniyor insan onlardan. :) Hem komikler, hem bakış açıları çok farklı hemen her şeye, hem de "aşırı rahatlıkları" harda sinir etse de benim gibi bir pimpirikliye iyi geliyor. 😄
Silharda diil tabii, "arada"
Sil