Asosyal medyalı hayat ve birkaç karpuz meselesi 🍉
Instagram hesabımı tamamen sileli yedi ay olmuş. Bu süre zarfında;
- Çok keyif alarak yazdığım bir polisiye öykü bir derlemede yerini aldı.
- Geçen yıl çeviri editörlüğünü üstlendiğim çok güzel bir Hemingway kitabı yayımlandı.
- Hemingway'in ölümünden hemen önce verdiği son eserlerinden birini Türkçeleştirip teslim ettim.
- İlk öykü kitabım çıktı; ikinci romanım 2025 yılı için kabul aldı; üçüncü romanımı yazmaya başladım.
- Bu süre zarfında 50 civarı blog yazısı, çok severek takip ettiğim Parşömen ve Kayıp Rıhtım'a da birer yazı yazmışım.
- Yeni kitabın ilk iki söyleşisi gerçekleşti; birkaç tane de önümüzdeki günlerde olacak. Sanki herkes nefesini tutmuş benim üretmemi bekliyormuş gibi "kitabını ve söyleşilerini nasıl duyuracaksın, kapatma instagram hesabını" şeklindeki ısrarların çok da anlamlı olmadığını kendime ispat etmiş oldum. Geçen yıl o mecradan duyurduğum söyleşiye 25 civarında kişi gelmişti, bu yıl daha kişisel yöntemlerle (eposta/whatsapp vs) duyuru yaptım ve yine 22-23 kişi civarıydı gelen. Belgelerle, bilimsel verilerle çalışıyoruz burada arkadaşlar. :) Bir gün sırf keyfim için açarsam açarım yine elbette, ama yazı-çizi işinde kişisel tatmin hariç çok da önemli bir kanal değil bence sosyal medya.
Bu listeyi yazarak şunu yaptım bunu yaptım demek değil niyetim. Tabii isteyen yine istediği gibi anlar, onda da sıkıntı yok. Sadece blog tarihime bunları not düşüp kendime (ve bazı işler için kullanmaya mecburmuşuz gibi yansıtılan sosyal medyanın zehirli yanlarından muzdarip okuyucular varsa onlara) şunu hatırlatmak istedim: Sosyal medyada var olmak -hele ki eksileri artılarının çok önüne geçmeye başlamış, vakitten enerjiden ve ruhtan yer olmuşsa- çok da matah bir var oluş şekli olmayabilir. Onsuz da gayet güzel gidebiliyor bazı şeyler. Ha bir gün paşa gönlüm ister de tekrar açar mıyım, o da bana kalmış.
Arada bir şeyler dürtmüyor değil geri dönmem için. Hemen kafamın ne kadar rahatladığını, ne çok zamanın gerçekten yapmak istediğim, keyif aldığım şeylere kaldığını hatırlayıp, "Çekin elinizi kolunuzu, asabımı bozmayın" diyorum, pısıp geri çekiliveriyor o sinsi zihindürtücüler.
Bu aralar epey yorgunum ve kafam da karışık. Hal böyle olunca plan-programlarım da birbirine girer genelde benim ve elimdekiler yetmiyormuş gibi yeni projelere sulanmaya, yoktan proje üretmeye başlarım. Nedendir bilinmez. Bir zamanlar dört çocuk annesi bir kadınla tanışmıştım . "İkiden sonrası üçmüş beşmiş pek fark etmiyor, aynı kaos" gibi bir şey demişti. Benimki de o hesap mı acaba? Nasıl olsa hiçbir şeyi toparlayamıyorum, gözüme güzel görünen tüm karpuzları toplayayım, elime koluma sığmayıp yokuş aşağı yuvarlanan ya da yiyemediğim için miladını doldurup çöpü boylayan olursa zaten kendiliğinden elenmiş olur? Nefis mantık bence.
Tabii ki nefis mefis değil. Bir boş an bulabilirsem (dinimiz amin) neye ne kadar öncelik vermem gerektiğine tekrar bakıp karpuzları a) hiç içlerini açmadan azaltacağım b) içlerini açıp baktıktan sonra çürük/içi geçmiş olanları eleyeceğim c) o an gözüme en güzel görünen ilk karpuzu yarıp kelek de çıksa işe koyulacak ve tatsız matsız demeden bitireceğim d) hepsini sıraya dizip bir süre daha "ay dışarıdan bakınca çogzel hepsi ama yaaaa" diyerek hiçbir şey yapmadan seyretmeye devam edeceğim.
Durumun anlamsızlığına da şu parçayı uygun gördüm efenim. Esen kalınız, kendi karpuzlarınızı kendiniz seçiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder