Teori ve Pratik 📈📉



Ne yazacağımı çok da bilmediğim ama yazma ihtiyacında olduğum soğuk bir Ankara sabahından günaydın. Sabahları ev havalansın diye camları açarım yaz-kış demeden. Kış yaklaşmış olmalı ki iki-üç gündür beş dakikadan fazla açık unutursam içeride soğuk rüzgârlar esiyor ve dün işe gömlek üzeri kazak üzeri montla gittim. Neyse bugün güneş var en azından. Pazartesi okulda dersler başladığından beri güzelim gri-mavi bulutlar eşlikçimizdi, bir de dersten çıktığımız anı kollayan yağmurlar. Bugün biraz ısınıyormuş hava tekrar. Öyle diyor hava durumu.

Yazma rutinimi gerçekten çok özledim ama nedense bir türlü geçemiyorum masanın başına. Geçen hafta Parşömen için aylardır aklımda olan bir yazıyı nihayet yazıp yolladım, bu aralar yayımlanır sanırım. Ama sonra yine durdu el. Yahu hazır açılmışsın, klavye tıkır tıkır, yazı için karıştırdığın kitap sayfaları hışır hışır, roman ya da şu birkaç aydır zihninde dönüp duran öykü dizisi için sıvasana kolları? Yok, üşür kolceğizlerim, sıvamayayım. 

Ne yazacağını bilmiyorsan yazının başlığı neden "Teori ve Pratik" peki elifçim? Demek biraz da olsa biliyor musun acaba? Belki. Göreceğiz. 

Bu dönem itibariyle okulda kullandığımız kitaplara ek olarak müfredatta da yenilikler/değişiklikler var. Yeni iyidir, hele ki insanı çokça atıllaştıran, çok uzun zamandır devam ettiği için artık otomatikleşmiş bir düzenin içinden çıkmanıza yarayacak bir yenilikse insana tatlı bir enerji gelir. Yorgunluk olur başta biraz, doğal olarak, çünkü yeniye hazırlanmak da yeni bir enerji gerektirir ya da var olan enerjiden normale göre birkaç tık fazla yer, ama o da çok önemli değildir. Yeter ki o yorgunluğa değsin. 

Teori önemli bir şey elbette. Her yeniliğin düşünce aşamasından sonra atılan ilk net, somut ve sağlam adımı diyebiliriz sanırım. Bilim insanı değilim tabii ben, belki o alanda uğraş verenler çok daha iyi tanımlar. Benimki kendimce bir tanım çabası. Ne diyordum, teori önemli. Artık elinizde sadece aklınızdan geçenlerden meydana gelen bir bulut değil, o bulutun rengini, dokusunu, şeklini, yapısını, boyutunu, kapladığı alanı ve daha da genişleyebileceği olası alanları görebildiğiniz bir nevi bir çizim var elinizde. Bulut hareket ediyor mu, sabit mi, nereye gidecek, ilk çizdiğiniz yerde ne kadar asılı kalacak, yeryüzüne ne kadar yaklaşacak, yağmur bulutu mu, yoksa uçuş uçuş, göğe anlık resimler çizip puf yok olanlardan mı. Falan filan. 

Teori netleştiğinde -buna eğitim için yeni müfredat diyelim, yaratım aşamasındaki bir tablo, kitap, heykel ya da beste için de ilk taslak diyebiliriz belki- asıl iş başlar. Pratik. Yani uygulama. Teoride yapılmak istenenle, işin aslının nasıl gittiği arasındaki fark. Teorinin gerçekliği belki? Kavramlar karışmasın tabii. Dün Nilay Örnek'in Ionna Kuçuradi ile yaptığı söyleşiyi dinledim. Gerçeklik, doğruluk, hakikat vb. tüm kavramların artık nasıl birbirine karıştırıldığından bahsetti Ionna Hanım, ben de bir hata yapıyorsam affola.

Teorinin pratiğe ne kadar uygun olduğunu denemeden görmek zor, bazı durumlarda imkânsız. Örneğin yeni müfredatla ilgili ne kadar heyecan duysam da, dün ders çıkışında dayak yemiş gibiydim çünkü müfredatın pratiği diyebileceğimiz ve sınıfta uygulamamız beklenen program, eskisinden pek de farklı değil. Yani bu durumda yeniyi uygulamak değil yorucu olan, yeniyi eski düzenin içinde devam ettirmek. Örnek her zamanki gibi daha açıklayıcı olur sanırım. Dil bilgisi değil de, dil becerileri odaklı olmak teoride nefis, hep istediğimiz şey, ama programın içinde yer verilen on yüz bin ve fazlaca ayrıntılı dil bilgisi konuları/kuralları süre/kapsam/ağırlık olarak becerilerin önüne geçiyorsa, işi teori değil pratik olan öğrencinin kurallar içinde kaybolması maalesef yine olası (hatta kaçınılmaz). Tabii daha erken çok net bir şey söylemek için, ama görünen köylere de kılavuz istihdam edilmiyor malum.

Peki elifçim, eğitim sistemine vs senin bir etkin olmadığına göre, sana dönelim mi? Etkin olan alanlara, neredeyse sadece sana ve yaptıklarına/yapmadıklarına bağlı olan yazınsal durumuna mesela. Buna nasıl uygulayabiliriz bu teori-pratik "teorisini"?

Üç güzel teorim var diyelim (ki var). Bir yazar için teori nedir, bir sonraki yazı hedefinin kafasında birazcık da olsa şekillendikten sonra kağıda dökülmeye başlayan ilk halidir diyelim. Bu üç teoriden biri, yukarıda bahsettiğim, geçen hafta bitirip yolladığım yazı. Kafamda şekillenmesi birkaç günümü aldı, ama kağıda dökmeye başlamam aylar sürdü, siz deyin tembellik ben diyeyim yorgunluk. Ama kafamdaki fikri pratiğe, yani yazıya dökmeye başladığım anda teoride olmayan şeyler eklendi, olan bazı şeyler elendi ve yazı -özü aynı kalsa da- ilk tasarladığım halinden başka bir şeye dönüştü.

Diğer iki yazı hedefim şimdilik bende. Ne olduklarını bilen kişi sayısı bir elin beş parmağı etmez, çünkü süreç devam ederken çok da anlatmamak gerektiğini öğrendim yıllar içinde. Pek çok sebepten.

Bu hedeflerden biri bir yıldır falan var belki kafamda. Ve kağıda taslak olarak düşeli çok oldu, "teoride oluştu", ama pratiğe bir türlü geçemiyor, çünkü siz deyin elif üşengeç, ben diyeyim elif doğru zamanı bekliyor. Yerseniz. 😏

Diğeri çok daha kapsamlı ve benim için önemli bir hedef ve yayıldığı süresel alan on beş yıldan fazla belki ama bu süre zarfında çokça şekil değiştirdi, bazen unutuldu gitti, son iki yıldır tekrar aktifleşti ve şu an kafada son geldiği haldeki yeni tasarımının kağıt üstüne geçme çabalarının acısıyla kıvrım kıvranıyor, demek isterdim ama sadece kafada kıvranıyor çünkü (evet hep bir ağızdan , yüksek sesle tekrar ediyoruuuuz) siz deyin üşengeçlik, ben diyeyim kehkeh. 

Yazı benim için  (artık) hem bir iş hem de değil. İş, çünkü ciddi mesai ve enerji harcıyorum, ama iş değil çünkü geçimimi sağlamıyor, yapmaya mecbur değilim ve yapmak istediğim/istemediğim şeylere ek olarak bu alan çerçevesinde görüşmek istediğim/istemediğim kişileri her zaman olamasa da çoğunlukla kendim seçebiliyorum. Yani işe göre çok daha özgürüm, ama en az işte söz konusu olduğu kadar kendimi, hayatımı, ilişkilerimi ve sosyalliğimi kısıtlamam gerekiyor.

Burası arada elimi açmak, zihnimi mıncıklamak için güzel oluyor. Öğrencilere bu dönem blog yazısı yazmayı öğretecekmişiz, ama ona bile kurallar silsilesi gelmiş, şaşılacak şey. Girişi olmalıymış, sonunda özet olsunmuş falan filan. Azıcık bıraksak da keyfine varsa çocuklar dil öğrenmenin, yeni bir dilde yazmanın, yaratmanın yahu. Yok, olamıyor maalesef.

Neyse, hadi kaçtım ben sevgili okur. İkinci ve üçüncü teorilerimin tasarımlarına bakayım biraz, pratiğe geçince nasıl olsa göreceğiz Hanya'yı Konya'yı. (Hanya neresi acep dedi içim. Gugıl da dedi ki: "Hanya'yı Konya'yı görmek” deyimindeki Hanya, Girit adasındaki bir şehirdir. Girit Osmanlı zamanında sürgün yeri olduğu için böyle denirdi. TDK'ye göre deyimin anlamı bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek ve akıllanmaktır."

Gideyim de biraz akıllanayım. Hadi sağlıcakla kalın dostlar. 

Şu da yazıda bahsi geçen nefis podcast. Spotify'da da var. 💙

Yorumlar