Kendime Cheers 🥂
Bu ara yine Merkür mü retro, Satürn mü metro bilmiyorum ama, sınırlarımın çok zorlandığı bir hafta geçirdim diyebilirim. İnsanoğlunun bencilce kendi duygu ve düşüncelerine hapsolup çok sevdiğini iddia ettiği kişilere nasıl da duygusal/zihinsel azap çektirmekte hiç sakınca görmediğini bir kez daha şaşkınlık içerisinde -ve arada sinir harbiyle- deneyimledim. Dengem şaşıyor böyle durumlarda. Okul hadi neyse, öğrencilerle muhabbet edip ders anlatınca yine unutuyor insan kısa süreliğine, ama çeviri, yazı? Tek başına masa başına geçtiğin ve kafanı tamamen vererek yapmak zorunda olduğun işler? İşte onlara devasa birer balta darbesi bu müdahaleler. Cidden anlayamadığım, artık anlamaya da çalışmayıp sadece kendimi nasıl korurum diye yeni duvarlar örmek zorunda kaldığım süreçler.
İlkokuldayken Belirli Günler ve Haftalar diye bir kitabım vardı. Ödevler vs. için kaynak olarak kullanırdım. Ünlü yazar biyografilerine de şimdiki gibi gugıldan kolayca ulaşmak mümkün olmadığından "Yazarlar ve Şairler" cinsinden ismi olan bir kitap da almıştık. Bunları düşününce hayatımın ilk dönemlerinin ne kadar geride kaldığını fark edip afallıyorum bazen. Yaşımla ilgili bir sorunum hiç olmadı çok şükür, aldığım her yaş hâlâ hayatta olduğumun göstergesi sonuçta, nesine üzüleyim bunun. Ama geçmişin ne kadar uzakta kaldığını fark ettiğim her an, o zamanki elif'ten bugüne ne kaldı, neler hâlâ aynı, neler kökünden değişti vb şeyleri düşünmek enteresan bir ruh hali yaratıyor.
Bence herkesin kendine ait gizli ve kabarık bir "Belirli Günler ve Haftalar" kitabı var. Farkında olsa da olmasa da. Tek kopya. Doğduğu günden öldüğü güne kadar kişinin zihnine, ruhuna ve kalbine kâh derin kâh yüzeysel çizikler atarak ilerleyen bir nevi görünmez iç günlük. Misal geride bıraktığımız bu hafta ruh günlüğüme benden izinsiz yazılanlar hoş değil. Yorucu, kırıcı, anlaşılmaz. Halbuki benim için çok heyecan verici, yakında burada da paylaşacağım bir şey oldu bu hafta. Ama insanın yıllarca çabalayıp eriştiği noktalar bazen başkalarının kendi hayatlarında erişemediği noktalarla çakışıyor. Daha doğrusu bazen insanlar ellerine bir boardmarker alıp sizin o küçük şen noktanızın üzerini simsiyah boyayıp göremeyeceğiniz hale getirebiliyor. Bir bakmışsınız birilerinin kaprisi, bencilliği, kendi duygularından başka hiçbir şeyi görememe haliyle uğraşırken, o tatlı sevinciniz sanki her gün yaşama şansına eriştiğiniz basit bir şey gibi rafa kalkmış.
Ben özel günlerin "özelliğinin" biraz abartıldığını düşünenlerdenim. Hadi doğum günleri tamam, kendimizce geride bıraktığımız yılları andığımız, kendimizden daha önemlisi en sevdiklerimizin yeni yaşını kutladığımız günler. Ama toplu bir histeri halinde kutlamamızın beklendiği anneler/babalar/öğretmenler vs günlerine haddinden fazla anlam yüklenmesini, insanların birbirinden beklentiye girmesini, kişi kendi beklentiye girmese bile mutlaka ondan bir şey (kutlama/arama/mesaj/hediye vs) beklenmesini, senin için ne kadar da çok şey yapıldığının sürekli başına kakılmasını çok yorucu buluyorum. Zamana yayılarak gösterilen özen, adı konmamış sıradan bir günde sevgini/saygını/takdirini göstermek, âdet yerini bulsun diye değil gerçekten merak ettiğin/özlediğin/sevdiğin için arayıp sormak daha kıymetli değil mi? Bende mi bir tuhaflık var?
Ben bu "cümbür cemaat" kutlanan özel günleri şuna benzetiyorum biraz. Çocukluğumda bütün yıl hiç görüşmediğimiz akrabalarla dört günde (bir onun evinde, bir bunun evinde, bir bizim evde bitmeyen iade-i ziyaretler silsilesi içinde sürekli karşılaşarak) kırk kez görüşürdük. Ne kadar anlamsız bir şey ya. Çocukken gezmek tozmak eğlenceli olduğu halde ikinci günden sonra bıkkınlık gelirdi bana. Hayır küslerin barışmasına bahane derler ya bayramlar için, onca zaman sonra bir anda o kadar sık görüşünce yine papaz olma ihtimali yüksek bence, kimse kusura bakmasın. :)
Yanlış anlaşılmasın (ay ya da anlaşılsın n'olcak) oğlum içten bir şekilde, "kendi istediği için" gelir yanağımdan öper, sarılır, anneler günümü kutlarsa elbette çok mutlu olurum, ama doğum günümü, anneler günümü, öğretmenler günümü vs kutlasın diye öncesinden başlayarak sinyaller vermeye, unuttu, önemsemedi vs diye başının etini yemeye ne gerek var? Çocuklarımızı bizim yapıp ettiklerimizi kutlasınlar diye mi dünyaya getiriyoruz allah aşkına? Takdir edilmek elbette yerine göre güzel şey de, tamamen ticarileşmiş bir günde mi olması gerekiyor illa? Ya da sevgisini "ispat" etme derdiyle kendini kasıp laf olsun diye, içinden gelmediği halde hediye derdine düşüp gerildiğinde sevgi bunun neresinde? Gerçekten içten gelerek yapılıyorsa, sade bir şekilde, kocaman bir sarılmayla mesela, yapılır elbette, süslemeden püslemeden. Ama "beklenti/âdettendir/ayıp olur/mecburiyet/sitem/sorumluluk/aşkolsun" gibi kavramların yeri olmamalı içten bir "kutlamada".
Tabii çok başka boyutları da var bu tür "hadi hep beraber kutlayalım" türünden günlerin. Yazar Anne Lamott'un yıllar önce denk geldiğim, her anneler gününde paylaştığı çok güzel bir yazısı var. Çevirmekle uğraşamayacağım kadar uzun maalesef, ama İngilizcesini okumak isterseniz diye bağlantıyı bırakıyorum. Gerçekten duygularıma tercüman.
https://www.salon.com/2010/05/08/hate_mothers_day_anne_lamott/
Dün akşam ruhum/zihnim çok yorgun halde eve geldiğimde Lyon'da yaşayan arkadaşım Özge'nin tatlı sürprizleri evde beni bekliyordu. Böylece bu sabah da puantiyeli yeni kupamla gülümseyerek başladım güne. Güzel ve ince ruhlu dostlar iyi ki var. 💛
ay ne kadar hislerime tercüman oldun elifim ya...seviyorum kızım seni
YanıtlaSilBen de seni çok, canım Şule. :)
Sil