Bol Keçili Yazı 𓃵



Günaydın sevgili blog ahalisi. Aslında birazdan hazırlanıp çıkmam gerekiyor, ama yine iç ses dürttü: "Köşe'ye bi uğra da sonra git." Peki. Ne kadar da uyumlu bi kişiyim yareppim. Kafamda uçuşan bazı şeyler var, bir türlü sakin sakin oturmuyorlar yerlerine. Belki günlüğüme azar azar döktüğüm gibi buraya da yazarsam koltuğa dizilip sessizce bir film falan izlerler birlikte. Ben yoruldum onlar yılmadı.

Öncelikle oğluş okul korosuyla gittiği yurt dışı gezisinden döndü, onu söyleyeyim. Çok da mutlu, keyifli döndü şükür. :) Ödülleri plaketleri toplayıp gelmişler maşallah. Canımın en içi. Hayatta kendimizin ve en canımız olanların sağlığından, huzurundan, neşesinden daha önemli bir şey yok ya. Valla. En etki edebildiklerimiz onlar ve kendimiz değil miyiz zaten. Geri kalanlara da becerilerimiz, vicdanımız, isteğimiz ve imkânlarımız dahilinde bir dereceye kadar etki edebiliyoruz elbette, ama hem her zaman değil hem de ben "herkes kendi kapısının önünü süpürse..."cilerdenim sanırım. Herkes kendi sorumluluğunu alsa, herkes kendi ailesinde huzuru olabildiğince sağlasa, herkes karşısındakine empatiyle yaklaşsa, herkes kendi yanlışlarını görüp düzeltmeye çalışsa vs. 

Kafamda dönüp duranlara döneyim. Şu keçicanlar gibiler yeminle, zıp zıp zıp zıp. Çok şey var da en baskın olanlar yazı, yoga ve tırnak içinde kişisel gelişim sanırım. 

Öykü dosyamı ve ikinci romanımı yayınevine yolladığımdan beri burası ve arada kitap değerlendirme vs yazıları dışında pek bir üretimim yok diyebilirim. Bende oluyor böyle duraklama dönemleri; eskiden çok takardım kafayı, sanırdım ki yazamıyorum, bitti gitti, buraya kadarmış böhü.  Meğer nadas dönemleriymiş, (epey) sonra anladım da rahatladım. Yazma hiç kesintiye uğramıyor aslında, burası var, günlük var, bir yerlere arada yolladıklarım var. Belli bir öykü/roman üstünde çalışmıyorsam çok planlı olmasına da ihtiyaç duymuyor bünye, canım ne zaman ve ne kadar isterse o kadar. Öykü dosyası onaylanalı birkaç ay olmuştu zaten, dün de son birkaç haftadır emailleştiğim editörümden son okuma sonrası "dosya tamamdır, mizanpaj için yayınevine yolluyorum" mesajı geldi. :) Artık yayınevi kitabın çıkması için hangi ayı uygun görürse. Buradan duyuracağım tabii ki. :)

Kafamda bu konunun üzerinde zıplayan keçi ne diyor peki? "Artık şu çeviriyi bitirip zaten çoktan başladığın ama aylardır dokunmadığın üçüncü romanın başına otur." Sıkıldı karakterler tabii, bıraktığım yerde volta atıp duruyorlar keyfimle kâhyasını beklerken. Ellerinde bir megafon, beni çağırıyorlar: "Hadi olum ağaç olduk burada!" Bilmiyorlar ki kökleri güçleniyor beklerken, kolay mı ağaç olmak. Keh keh. 


İkinci gündem maddesi yoga. Çoğu insan benim uzun yıllardır yogayla haşır neşir olduğumu, aynı zamanda da yoga eğitmeni olduğumu bilmez, çünkü denk gelip de birileri sormazsa pek kendiliğimden anlatma gereği duyduğum bir şey değil. Birkaç ay önce son ders verdiğim stüdyoyu ve özel derslerimi de yoğunluk/yorgunluk yüzünden bıraktım. Her şeyi aynı anda yapmaya çalışınca hiçbir şeye kendini tam verememe hali hasıl olmuştu. Ama işin kötüsü, eğitmenlikle birlikte kendi yogamı da bıraktım. Maalesef, eğitmenlik eğitimlerini aldığım birkaç yıl haricinde bu konuda hep çok disiplinsiz oldum. Halbuki biliyorum ne kadar iyi geldiğini. Bedenime, ruhuma, karman çorman zihnime. 

Ve dün, aylardan sonra, hocalığımın bittiği ama öğrenci üyeliğimin devam ettiği stüdyoya döndüm. :) Tabii ki hafiflemiş, yüzüm gülerek çıktım. Umarım sonrası yine yatış olmaz patatescim, ay pardon elifcim. Dinimiz amin.

Bir diğer mevzu, çocukluğumdan beri peşimi (iyi ki) bırakmayan bir şey. Aslında yogaya başlamam da bu amaçla olmuştu: kişisel gelişim. Bu ifade çoğu insana itici geliyor sanırım, hatta ayy kişisel gelişim kitabı mı o, çok saçma ve sıkıcı buluyorum ben, okumam diyenler oluyor. Okuma anacım, oku diye yasa yok zaten. Adı üstünde "kişisel". Yaşasın özgürlük. Ama bana niye bık bık ediyorsun? 

Ben bu türden kitaplara (ve artık kitaptan çok youtube videolarına ve podcast'lere aslında) içinden çıkamadığım şeyler olduğunda başvuruyorum genelde. İyi geliyor, rahatlatıyor, zihin açıyor, akut duygu durumlarının hâkim olduğu zor dönem geçişlerini kolaylaştırıyor. Arkadaşlarla paylaşmak, fikir danışmak vs de güzel elbette, ama hem arkadaşların sağı solu belli olmuyor (bir bakmışsınız düttürü çekip gitmiş) hem de kitap/podcast bana karşı kişisel duyguları olmadığı için daha tarafsız, olumlu ve olumsuz şeyleri daha net duyup görebilmem anlamında. 

Bu ara neler okuyorum/dinliyorum peki hiç bitmeyen bu kişisel gelişim için? Bir türlü sağlam bir yol tutturamadığım zaman yönetimi, uygulanabilir plan-program yapma, dijital platformları kendi isteklerim/amaçlarım doğrultusunda ve bana zarar vermeyecek şekilde nasıl kullanabileceğim, dipsiz kuyu insan psikolojisi falan filan. Ne iyi geliyorsa ya da tam tersi rahatsız edecek olsa bile neye ihtiyacım varsa o.

Yazıyı toparlayıp çıkmam lazım dostlar. Son olarak instagramı kapatmış olmanın üzerimde yarattığı hafiflikten azıcık bahsetmek istiyorum. Yani biliyordum o sürekli bilgi/görüntü/dedikodu/paylaşım vs akışının ne kadar yorduğunu da, artık bilmekle kalmayıp etkisini çok daha net anlıyorum. Hani çok koşturduğunuz için ne kadar yorulduğunuzu anlamadığınız, alıştığınız şey bu olduğu için yorgunluk seviyenizi fark etmediğiniz günler olur ya, sonra eve gelip bir dolu iş de evde yapıp nihayet ayaklarınızı uzatıp bir derin "oh" çekersiniz, "amma yorulmuşum yahu" deyip anca fark edersiniz. Hah, tam öyle bir hissiyat işte. Arada bana iyi gelen hesapları özlemiyor değilim, ama onlarsız da oluyor gayet. Bazılarının Youtube'da çok daha uzun ve doyurucu videoları olduğunu keşfettim mesela, kimisini web sayfasından veya bloglardan takip etmeye devam ediyorum, ama onun dışında şu FOMO dedikleri şey ilk birkaç günün sonunda uçtu gitti. (FOMO=Fear of Missing Out/Bir Şeyleri Kaçıracağım  Korkusu) 

Ne kaçırıyor olabilirim mesela? Birbirinin yüzüne gülüp arkasından konuşanların sahte gönderilerini, edebiyat camiasının nasıl da yine birbirine girdiğini, kedi videolarını (bunları çok seviyordum valla yalan yok), yeni çıkan kitapları (harcamalarım azaldı, kesin bilgi), doğum günü ve yıldönümü fotoğraflarını, yemek videolarını (pastaqueen'i biraz özledim, o kadar) vs... bu böyle uzar gider. Önemli olan soru şu: bunları kaçırdığımda benden ne eksiliyor: hiç. Peki bir getirisi var mı bu kaçırma halinin? Var valla. Huzur. Nefis bir "bilmeme" ve "bilinmeme" hali. Wittgenstein'ın ya da Salinger'ın kulübesinde gibiyim bu blogda. Erişim ve erişmek isteyen hevesli kişi sayısı sınırlı. Like butonu yok. Reklâm yok. Beklenti yok. Takibe takip yok (o ne allah aşkına ya). Sürekli paylaşım yapıp kendini tanıtma ihtiyacı yok. Şu fotodaki gibi takılıyorum, mis.😂

O zaman hepinize FOMOsuz, FOPOsuz (bu da Fear of People's Opinions/Hakkımda Kim Ne Düşünür Korkusu) günler dilerim hepinize. (Bu kısaltma furyası da baymaya başladı beni çeşitli mecralarda, o da ayrı mesele.) Hadi sağlıcakla! 


Yorumlar

  1. Yoga sana iyi gelecek Elifciğim, zira senin meditasyonların bana çok iyi gelirdi. Buradan çıkarımım şu, sana da iyi gelir. ;)
    Ha şimdi diyebilirsin, "yoga" dedim "meditasyon" değil, haklısın. Bende paralel duygular uyandırıyor bu çift. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet çok iyi geliyor Sevincim cidden :) Dün yine gittim ve şu an her yerim ağrısa da çok mutluyum. :D Yoga-meditasyon konusu herkesin artık kendi anladığı/yorumladığı şekilde öğretiliyor aslında, yani modern hayatın içinde geleneksel öğretilere uyan/uyabilen çok az. Ama şunu söyler "ustalar": Yaptığımız her yoga duruşu aslında bizi meditasyon oturuşuna hazırlamak ve daha uzun oturabilmemizi sağlamak içindir. Ben usta olmadığım için bilemicem tabii, bana iyi geleni yapsam yeter. :)

      Sil

Yorum Gönder