Babamın Daktilosu ve Başka Çağrışımlar

 



Köşe'nin Delisi'nden şu an bu yazıyı okuyan herkese günaydın. Saat farkı olabilir tabii, o zaman tünaydın, iyi akşamlar veya iyi geceler. Evet, daha yazının başındaki zevzeklik seviyeme bakılırsa iyileşme sürecim tamamlanmak üzere (deyip hapşırmam harika oldu).

Fotoğrafta gördüğünüz üzere bu sabah itibariyle kahveme kavuştum. Ve evde hiç okunmamış kitap kalmadığı için (!) geçen hafta sipariş ettiğim kitaplar da gelmiş, dün okula gidince aldım. Gece uyumaya çalışırken yukarıdaki kitabın girişini okudum. Şöyle başlıyor:

"Manhattan merkezindeki ofisimde asılı olan resimlerden biri, yazar E. B. White'ın fotoğrafı. Fotoğraf Jill Krementz tarafından White 77 yaşındayken Maine, Kuzey Brooklyn'deki evinde çekilmiş. Beyaz saçlı bir adam küçük bir kayıkhanedeki dört ayağa çivilenmiş üç tahtadan oluşan sade, ahşap bir masanın yanındaki sade ahşap bir bankta oturuyor. Pencere açık, deniz manzarasına bakıyor. White manuel bir daktiloda yazıyor ve kül tablası ile fıçıdan başka bir şey yok. Fıçının onun çöp sepeti olduğunu söylememe gerek yok."

Paragrafı okur okumaz dedim ki ben bu fotoğrafı biliyorum. Ame nereden? Uyku bastırınca kalkıp bakmaya üşendim ve o iş sabaha kaldı. Şimdi gugıl'a sordum, yanıt gecikmedi. Bingo! Sizce de nefis değil mi?



Fotoğraf çok severim, yazar fotoğrafı (kendiminkiler hariç, daha doğrusu sevmiyorum fotoğraf çektirmeyi) daha da çok severim. Farklı farklı masalara - küçük, büyük, yuvarlak, kare, dikdörtgen, dağınık, derli toplu, manzaralı, manzarasız - ve o masalarda hemen her gün oturup kendinden bir şeyler katarak ama dünyaya da zihnini kalbini hep açık tutarak yaratma çabasıyla oturan yazarlara bakmak tuhaf bir huzur veriyor bana. Bu fotoğraf da yıllar önce bulup uzun uzun baktıklarımdandı.

Ama bunu diğerlerinden bir nebze daha farklı ve özel kılan şey, ilk bulduğumda (ve hâlâ) fotoğraftaki odayı ve adamı çocukluğumun küçük bir kesitinden hatırlıyor olduğum izlenimi. Annemin çalıştığı devlet dairesinin yaz kampında kaldığımız kulübemsi evdeki ekstra oda, ve tüm yıl deliler gibi çalışmak yetmemiş gibi tatile bile daktilosunu getirip o odadaki küçük masaya kurularak iki hafta boyunca kapısını kapalı çalışan babam. Tıkır tıkır sesler kulağımda sanki. Yaş aldıkça, hatırladığımı sandığım şeyler gerçekten oldu mu ben mi kafamda yarattım diye şüpheye düşer oldum son yıllarda. Ama bunu net hatırlıyorum. O daktiloyu o tatilden yıllar sonra lise ve üniversitedeki bazı ödevlerimi yapmak için kullandım. Ödevlerden biri 2. Dünya Savaşı'yla ilgiliydi, diğeri Dali'yle. İkisini de büyük keyifle yapmıştım, ama parmaklarım kopmuştu. Eski bir daktiloda yazı yazmanın sandığım kadar romantik bir şey olmadığını o zaman öğrenmiştim.

O daktilo şu an nerede hiçbir fikrim yok. Ama ben babamın eskiden kullandığı basit yazı masasındayım şu an. Yıllardır değişmedi bu masa. Yeni, daha geniş, boy boy gözleri, çekmeceleri olan güzel bir şey almak istediğim her seferinde vazgeçtim. Çünkü tam da kitabın yazarı William Zinsser'ın dediği gibi yazma sürecinin 'basitliğine' inanıyorum:

"White'ın ihtiyacı olan her şey yanındadır. Yazı aleti, bir parça kağıt ve istediği gibi olmayan tüm cümleler için bir kap."

White Giriş'in devamında yazının da pek çok diğer şey gibi elektronikleşme sürecinden bahsederken diyor ki, 

"Bilgisayarlar daktilonun, silme tuşu çöp kutusunun yerini aldı ve metnin parçalarını yerleştirmek, taşımak ve yeniden düzenlemek için birçok çeşitli tuş eklendi. Ancak yazarın yerini hiçbir şey almadı."

Zinsser İyi Yazmak Üzerine'yi 1976'da yazmış. Bu giriş yazısı da 2006 tarihli, yani kitabın ilk kez yayımlanmasının üzerinden 30 yıl geçtikten sonra yazılmış ve şu an 2024'teyiz. Yapay zekânın yaptığı çeviriler, yazdığı kurgu ve kurgudışı kitaplar tartışılıyor çokça. Yazar 2015'te vefat etmiş. Hayatta olsaydı, bu son giriş yazısının üzerinden geçen sadece on sekiz yılda gerçekleşen son gelişmelerle ilgili ne yazardı diye merak ettim doğrusu. Adamcağız bir gün rüyama gelirse sorarım belki. Sırf görürsem tanıyayım diye de açıp tipine baktım kendisinin. İleri yaş fotosunda azıcık suratsız, gençliğini çağırayım.😋


Bence yine aynı şeyi derdi. En azından ben öyle diyorum. Yazarın yerini hiçbir şey alamaz. Aldığını sanabilir, aldığını sananlar olabilir, ama yazar hep "sadece ihtiyacı olan yazma araçlarıyla" masasındadır. O sandalyede ondan başkası oturamaz, düşünemez, yaratamaz. Yapay olan şey olsa olsa bir tür "üretimdir", yaratım değil.

O zaman hepinize iyi günler. Şimdi işe gidip para kazanayım. 🎈


Yorumlar

  1. ozi bey 18 yaş hediyesi olarak daktilo istemişti. Ecevit hayranı olduğundan kendisine bir eskici/antikacıda erika marka daktilo bulup almıştım. 3-4 kez kullandı ama zor tabii yazmak, bilgisayarın konforuna alışmış biri için daha zor...
    iyileştiğine sevindim, kendine dikkat et biraz guzum, vitamin falan al :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya ben bizim esik dönem işte, lise falan, bilgisayar konforuna henüz çok alışmadığım halde acayip zorlanmıştım. :D Takır tukur.

      Sil
  2. Guardian'da Writers' Room diye bir yazı dizisi vardı eskiden, çok güzeldi, etkilenmiştim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya ne çok severdim onu! Yine arşivleri bulup okumak lazım. :)

      Sil
  3. Daktiloyu kursa gidip öğrenmiştim 10 parmak ama bilgisayar daha kolay bu da gerçek. Geçmiş olsun şifalar dilerim. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 10 parmak hâlâ bilmem ben. :D Benimki daha çok "elife o gün uygun gelen birkaç parmak" :))))

      Sil

Yorum Gönder