Goat on the River




Çok sevdiğim "Boat on the River" parçasını da paylaşabilirdim, ama onun yerine adını  "Goat on the River" koyduğum, arkasına bakmadan kaçan bu tatlı miniğin görselini paylaşarak başlayım dedim. Ehehehe.


Ey ahali,

Sosyal medya diyarını terk ettim. Yine. Bilmem kaçıncı kez. Ama bu sefer dileğim bu terk edişin kalıcı olması ve sevdiğim yanları olsa da bir daha mümkünse dönmemek. Zira uzundur bana faydasından çok zararı dokunduğunu her hücremde hissediyor, kitap okurken dikkatimi toplayamıyor, çevirinin -ve dahi yazılarımın- başına oturduğumda normale göre daha kısa saatler çalışabildiğimi fark ediyor ve bir arkadaşımla da son zamanlarda sıkça konuştuğumuz üzere, "Brain Fog/beyin sisi" denilen şeyden sıkça muzdarip olduğumu fark ediyordum. Ve tüm bunlara rağmen, kırk yedi yaşına yaklaşmış, hemen her zaman burnunun dikine gidip kendi kararlarını alıp uygulamış, eleştiri oklarının üstüne çevrilmesini ve arkasından konuşulmasını umursamadan yaşamış biri olarak, ilginç bir şekilde "uzak kalma ve bir şeyleri kaçırma riskini" göze alamıyordum. Riske gel hele. Çok komik değil mi?

Göze alamadığım bir şey de sanırım bunun çağımıza has yeni bir tür bağımlılık, benim de bir "bağımlı" olduğumu kabul etmekti. Neye bağımlılık? "Beğenilmeye", "onaylanmaya", "sözde iletişime", "sözde sosyal bağ ve çevrelere". Evet, hepsi tırnak içinde, çünkü hiçbiri gerçek değil, maalesef. Ve ben şimdi - hep olduğu gibi aslında- kendimi sorgulama safhasındayım. Neden birilerinin beni beğenmesi gerekiyor? Yazdıklarımla ilgili yorumu olan birileri varsa, bir şekilde ulaşıyor bana zaten. Bir süredir profesyonel hesaba çevirmeye çalışsam da bu mecraların bana profesyonel olarak hiçbir getirisi yok gibi. Bir boşa kürek çekme ve gereksiz vakit harcama hali. İnsanlarla bağlantıyı (ne bağlantı ama!) koparmayalım derken, kendimle bağlantım kopmaya başlamış, haberim yok.

Sosyal medyanın çok keyifli yanları var elbette. O yanlarını ve sadece sanal olarak da olsa tanıştığıma cidden çok memnun olduğum bazı arkadaşlarımı ve paylaşımlarını özleyeceğime de eminim, ama son zamanlarda götürüsü getirisinden çoktu, en azından benim için. Zaman ve enerji kaybı, hesabı aktif tutma çabası, anlam veremediğim bir hayal kırıklığı hissi. Bu sonuncusunu kabul etmek benim gibi özgürlüğüne son derece düşkün biri için cidden çok zor, ama dürüstlük yanım özgürlük yanıma ağır basıyor şu an, ve gerçek bu.  Son 1-2 yıldır defalarca sil-tekrar yükle, kapat-geri aç, uzaklaş-hepten içine düş boğul ikilemleri arasında gidip geliyordum. Bunun uzun vadede psikolojime, öz güvenime, öz saygıma, vaktime -ve çoğu zaman üretkenliğime- ne kadar zarar verdiğini fark etmem neden bu kadar vakit aldı, gerçekten bilmiyorum. Bu kadar mı acizim, ya da aciz olduğumu kabul etmek mi ağır geldi de yapışıp kaldım ekrana? İlk çıktığı "günlük tutma" mecrasından çok uzak artık sosyal medya benim için ve bu da iyi hissettirmiyor.

Amerikan yapımı filmlerde sıkça gördüğümüz sahnelerden biridir, AA (Adsız Alkolikler) toplantılarında gruba yeni katılan kişi ayağa kalkar, zaten zar zor gelmiştir oraya, belki birilerinin ısrarıyla, belki kendi isteğiyle, ama zar zor, der ki "Adım şu şu, ve ben bir alkoliğim." Şimdi diyebilirsiniz ki, yahu n'aptın elif, alkoliklikle bir mi senin kaçmaya çalıştığın şey? Ekran süreni kısıtlayıverirsin, sadece yazı-çizi paylaşıp çıkıverirsin, günün sadece belli bir saati girip, mesaj varsa cevap verip, paylaşman gereken bir şey varsa paylaşıp çıkarsın, nedir ki? E ama biliyoruz ki her alkol kullanan da alkolik olmuyor zaten, öyle değil mi? Ara sıra keyfine göre, sosyalleşmek için, rahatlamak için içilen alkol değil ki mesele. Kaynaklarınızı -maddi ve manevi- tüketme noktasına gelip eliniz iş yerinde bile gizli gizli o şişeye gitmeye başladığında, her yalnız hissettiğinizde ya da moraliniz bozulduğunda o şişeyi size "destek" olan bir şey olarak görmeye başladığınızda başlıyor sorun. Yani sanırım. Psikolog değilim elbette, bunlar hep tahmin.

İşte sosyal medya da kimi için arada baktığı, eş-dosttan haber alıp iki kedi videosu izleyip rahatladığı bir yer. Kimi içinse -ki bence artık çok da küçük olmayan sessiz bir kitle bu, ama kim ne kadar farkındadır ya da bunu kabul eder bilemem- çağımızın kaçamadığımız yeni bağımlılık türü. İlgiye, beğenilmeye, takdir edilmeye, ve nedense "görülmeye" bağımlılık. Fiziksel ve zihinsel etkilerini alkolde olduğu kadar hızlı ve net hissedemediğimiz için bizi sinsi sinsi, ağır ağır ele geçiren, gerçek bir paylaşım alanı sanmaya başlayıp beğenildik diye sevindiğimiz, beğenilmedik diye bozulduğumuz, ama aslında hem görülmenin hem de görülmemenin gerçek olmadığı yalan bir dünya. Herkes kendini eğliyor ve ortamdan yok olduğunuzda hemen hiç kimse fark etmiyor bile. Çok acayip değil mi? Normal bir "sosyal" ortamda olur mu böyle bir şey.

Düşünün mesela, bir yemek masasındasınız, "arkadaşlarınızla" oturuyorsunuz, muhabbet güzel, herkes eğleniyor, ya da bazısının canı sıkkın, suratı asık, ama ne olursa olsun o gün ne yaptığınızı falan anlatıyorsunuz birbirinize, espriler havada uçuyor, dertler paylaşılıyor vs. Sonra masadakilerden biri hiçbir şey söylemeden kalkıp gidiyor. Hiç kimse fark etmiyor, eden varsa bile sadece şöyle bir bakıp yemeğine, muhabbetine devam ediyor. "Sıkılmıştır," diyor belki ve kendi haline bırakıyor. "Ay bu zaten hep böyledir," diye kestirip atıyor kimisi, hatta arkanızdan atıp tutmaya devam etmek için yeni bir bahane kazanıyor. Ama masada eksilen hiçbir şey yok. Hatta belki kalktığınız sandalyeye başka biri gelip oturuyor. Yokluğunuz diye bir şey yok. Yani siz yoksunuz evet, ama yokluğunuz da yok ki. Sanal dünya, tam anlamıyla sanallığını yapıyor aslında, günah belki onda değil, biz insanoğlunun psikolojik açıklarını çok iyi bilen ve bu mecraları her tıklamamızla kendilerini daha da zengin edecek şekilde "ayarlayan" şirketlerde. Sürekli birilerinin sanal olarak öldüğü bir bilgisayar oyununda o ölenlere nasıl üzülmezsiniz, tekrar başlarsınız oyuna ya da başka bir karakterle devam edersiniz, bu da öyle bir nevi. Gelen anında koca bir kazanın içine atılıp "bütüne" hizmet etmeye başlıyor, giden ise hiç olmamış gibi, çoktan erimiş gitmiş.

Peki bu yazı neden? Aslında çokça kendimi anlama çabası, her zaman olduğu gibi. Ve belki bir tür "bağımlılıktan kurtulmanın zorlukları" günlüğü başlangıcı, şu an emin değilim. Herkesin malumudur, kendiniz sigara tüketmeseniz de etrafınızda tüketen ve bir veya birkaç sebepten iyi gelmediği için bu bağımlılıklardan kurtulmaya çalışanlar vardır/olmuştur. Sigarayı azaltarak bırakmaya çalışanlar çoğunlukla hezimete uğrayıp koşa koşa geri döner ve kısa sürede ya eskiye döner ya da eskisinden bile çok içer. Elektronik sigara denenir, nikotin bantları belki, daha "hafif" sigaralara geçiş, ağızlık ya da sarma sigara kullanıp "zehri azaltıyorum" diye kendini kandırma, günlük sayıyı yavaş yavaş azaltma vs. Bunların hiçbiri bağımlılığı gidermiyor, sadece kesintiye uğratıyor belki.

Nasıl sigarayı bırakmaya çalışırken azaltmak, marka değiştirmek, yerine nikotin bandı ya da elektronik sigara koymak gibi şeyler kalıcı çözüm olmaz ve sizi hiçbir şekilde bağımlılıktan kurtarmaz, bir anda kesmeniz ve bir şekilde dayanıp -kendi iradenizle veya destek alarak - geri dönmemeniz gerekir, maalesef sosyal medya bağımlılığı da öyle ekran süresi kısıtlamasıyla, telefonumdan sileyim sadece bilgisayarı açtığımda bakayımla, instagram/twitter vs. yerine facebook kullanayım orası daha az aktif gibi geçici çözümlerle bir yere kadar gidiyor, ve sonra hiç gitmemiş gibi yine kuyunun en dibinde saatlerce ekran kaydırırken buluveriyorsunuz kendinizi. 

Peki diyelim zor da olsa önce fark ettik bu bağımlılığı, sonra çok daha zor şekilde (ve belki gururumuz incinerek, kendimize yediremeyerek) kabul ettik bunun bir bağımlılık olduğunu, çeşitli yöntemler denedik, azalttık, sınırladık vs. ama olmadı ve nihayet net bir adım atıp hepten kestik. Sigarayı, sosyal medyayı, herhangi bir bağımlılığı. Sonra?

Sonrası zor. Geri dönme olasılığı çok yüksek. Ve bu insana cidden sıkıntı veriyor. Hayatta pek çok zor zamanda inanılmaz iradeler göstermiş ve kendimize saygımızı koruyabilmişken, tek bir sigarayla tiryakiliğe, tek bir Instagram gönderisine bakmayla sosyal medyaya geri dönmemizin kuvvetle muhtemel olması, sinir bozucu. Epey.

Bu yazıyı -çoğu zaman olduğu gibi aslında- kendi içimde olup bitene biraz daha dürüstçe bakabilmek adına yazdım ve paylaşıp paylaşmamakta da kararsız kaldım. Ama belki benzer dertlerden muzdarip birileri vardır da bir ışık olur diye paylaşacağım sanırım. Kendi söküğümü dikemezken başkasına takım elbise dikme çabası değilse nedir bu? Ahahahaha. :D

Yayınladım gitti. Sağlıcakla kalın. :)







Yorumlar

  1. Bence durumu çok güzel anlamış ve çok da güzel aktarmışsınız. Ben yıllardır sosyal medya kullanmıyorum ve gerçekten huzurlu olduğumu söylemeliyim. Blog tek sosyal medya aracım :) ama burası bambaşka değil mi?
    Dönaeniz bile güzel bir aralık olacak eminim hayatınızda, biraz güç toplamaya yarayacak en azından. Kolay gelsin ve tebrikler :)

    YanıtlaSil
  2. "Çalınan Dikkat" isimli bir kitap okudum yakın zamanda. Çok beğendim etkilendim, tam da bu yazıda değindiğin konuda olanı biteni anlatıyor. Hararetle öneririm.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevinciğim, ben de bu yazarın bir podcast^teki söyleşisini dinledikten sonra bu kararı aldım desem? :) Kitabı da alırım belki, çok sağ ol. :)

      Sil
  3. https://ekmekcikiz.blogspot.com/2023/06/calinan-dikkat.html
    Şöyle bir yazıda söz etmiştim.

    YanıtlaSil
  4. O kadar güzel ifade etmişsin ki. çok benzer yerlerdeyim. Sosyal medyanın ve takipleştiğin yüzlerce kişinin çok büyük bir kısmının sahteliği buna rağmen her paylaşım yapanın-kendim de içinde tabi- kişi farkında olmasa da "ben varım", "bakın buradayım" ,"ben de şunu yaptım, görün, beğenin, onaylayın beni" çırpınışları..varoluşsal sancılarımızı dindirmek için geçici bir yara bandı aslında. ben de çok fazla paylaşım yapıyordum ve de ordan oraya takılıp uzun saatler geçiriyordum. Öncelikle kendimi durdurabilmek ve neden elim paylaşıma gidiyoru anlayabilmek için kapadım hesabımı. Sonra da "ben varım" demenin daha anlamlı yollarını bulmaya niyet ettim. Yorucu, boş dış sesleri susturunca insanın iç sesi duyulur hale geliyor. Hesabımı şimdilik açtım ama paylaşım bağımlılığım kırılmış gibi, birka. kişi hariç okuyasım da kalmamış, yani inşallah kalıcı olur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar


    1. Deniz (Yıldızoğlu? Arkadaşım sensin sanırım, değil mi?) Evet geçici bir yara bandı, haklısın. Ama o geçici halden çıkıp sürekli onay alma/verme döngüsüne girdiğinde korkarım kalıcı olarak hasar vermeye başlıyor; en azından bende böyle oldu bir oranda. "Kendimi durdurabilmek ve neden elim paylaşıma gidiyor anlayabilmek" harika bir tespit ve araştırma noktası bence. Ben de kendime şaşıyordum arada. Özgüvenin bir sebepten zedelendiği anlarda onaylanma ihtiyacı da belirginleşiyor belki ve o "layklar" kalpler çiçekler iyi geliyor bir an. Ama dediğin gibi, sorunun kendisini ya da kökenini yok etmiyor. Tahmin ettiğim Deniz isen, ne güzel seni burada görmek. :) Blog dünyasına bekleriz seni de, buralar daha sakin, sessiz, kendi halinde. :)

      Sil

Yorum Gönder