Oğuz Atay'a Mektup
"Demiryolu Hikayecileri Bir Rüya" adlı öyküsünün sonunda, "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" diye soran sevgili yazara cevabımdır. Bu mektubu yazmama vesile olan sevgili Behiye Malkoç'a ve Sanal Yazıevi'ne selam olsun.
İşte buradayım sevgili yazarım.
Kelimelerinle ruhumdaki hangi kör kuyuya bırakıverdiysen beni, orada. Üç kişinin yalnızlığında, bir kadının sessizliğinde, ölmek üzere olan bir Yahudi’nin hayata gülümsemesinde ve bir adamın sevişesi yokken sevgilisini unutmasında. Neden isim yok öykünde? Hepsi hepimize benzediği ve bir tanesi bile kimselere benzemediği için mi?
Sucukların yağı donmuş mu olur acaba tren yolcularına satılmak üzere ekmeklerin arasında beklerken? Bu saçma şey geldi aklıma. Oradan da bir araba yolculuğuna uçtu zihnim. Çocuktum, arabayla Kuşadası, her yaz olduğu gibi. Yol üstünde bir lokantada mola. Döner ekmek. Tam ısıracağım, etlerin üstünde koca bir yeşil başlı (hayır ördek değil) sinek. Ölmüş herhalde ama belki de uyuyor, kim bilir. İğrenerek gösteriyorum, dönerimde sinek var. Babam sakin. O deli öfkesiyle bazı anlardaki aşırı sakinliği müthiş bir tezat, kendimde de fark ettiğim, bünyeyi dengesizleştiren, ama ilginç bir şekilde de dengeleyen. Neyse yazarcım, uzattım, huyum kurusun. Dönerimde sinek var! Buruşuk yüz, iğrenmiş bir çocuk. Babam sakin. “Sıcaktan bayılmıştır yavrum, n’apsın hayvan?”
Cevaba bak. Sıcaktan bayılmışmış. O döneri yiyip yemediğimi hatırlamıyorum ama babamın o esprili/sakin hali aklımda. Muhtemelen yememişimdir. Şimdi düşününce babamın söylediği şeyin mantıklı gelmesi peki? Sen susuz kalınca dilin damağına yapışıyor gözün başın dönüyor da, sinekceğiz(cağız?) neden bayıl(a)masın? Bencil ve her şey kendi için sanan insanoğlu küçükten böyle yetişiyor işte. Sineksen sinekliğini bil git uç. Ne demeye yaz sıcağında bayılıp benim dönerimin üstüne yığılıyorsun, başka yer mi yok? Ceset üstünde ceset. Hem ben senden önemliyim. Sen pissin. Ve değersiz.
Neyse sayın yazar, beni götürdüğünüz (bak şimdi siz oluverdiniz, demin senken) yerlere bakın. Halbuki o demiryolunda tek bir sinek bile yoktu, değil ki bir kedi olsun o yapayalnız insancıklara eşlik eden, ya da bir köpek, o da olmadı bir güvercin. Yalnızlık demişken, 1 numara (ad vermemişsiniz madem numaralandırdım ben de), nasıl bir bencillik içinde? İnsan yalnızlıktan gidip gidip koynuna girdiği ve “sevgilim” diye andığı kadının terk edip gitmiş olduğunu nasıl olur da kaç zaman sonra odasına gittiğinde fark eder? Hiç mi merak etmez bu kadın nasıldır, iyi midir hoş mudur? Kadın nereye gitti en çok onu merak ettim öykünüzde. Ne Yahudi gencin hastalığını, ne anlatıcı N.1’in demiryolu kullanılmaz olduktan sonraki akıbetini, ne kayıp sayfada neler olduğunu, ne de demiryolunda bakkalı nereden bulup erzak aldığını. Mürekkepleri bitince nasıl yazıyorlar onu bile çok merak etmedim. Bir o ince kağıtlarından sarılan hikâye-sigaraların tadını merak ettim, bir de No.3’ün (kadın-sevgili) nereye gittiğini. Neden gittiğini değil bak, nereye gittiğini. Bak yine senli benli oluverdim. Mazur gör. Yakın buldum yalnızlığını kendime. Ve muğlaklığını. Ve sonu bana bırakmanı. (Bana. Tek okuru benim çünkü adamın. Sen de bencilsin işte, ne farkın kaldı No.1’den a canım?)
Farkımız yok birbirimizden yazarcım Oğuzcum Ataycım. Sen yazarken yalnızsın, ben okurken, No.1 beklerken, No. 2 ölürken, No. 3 giderken, ve o güzelim tren inip binenler hiç hatırını sormazken.
Yorumlar
Yorum Gönder