Yorum Okuyanın :)

                           
                      books and people ile ilgili görsel sonucu
                                          Görsel: https://www.bbc.com/news/magazine-24399599

Geçenlerde Oğlak burcu insanlarıyla ilgili yarı geyik yarı ciddi paylaşımların yapıldığı bir sayfada şöyle bir ifadeye denk geldim: "Oğlaklar müthiş okurlardır. Kitap okumuyorlarsa, insan okuyorlardır." Keh kez dedim, güldüm geçtim. Şu an aklıma geldi. Nereden, hangi çağrışımla, hiçbir fikrim yok.

Aslında hepimiz insan okuyoruz kendi çapımızda. Kitap okuyup okumamamızdan bağımsız olarak. Kimimiz dışına, kapağına kapılıp başlıyoruz okumaya ve içi kapağı kadar şatafatlı olmasa da sırf bitirmedim dememek için sonuna kadar dayanıyor ya da atlaya atlaya okuyoruz; kimimiz ne kadar boş olduğunu anladığımız anda kapağı kapatıp "Bir daha kapağa göre kitap seçmeyeceğim," diyor ve arayışa devam ediyoruz.

Bazılarımız daha seçici oluyor. Kapağa elbette değiyor gözü, ama ilk birkaç sayfayı sessizce okuyup gidişata, tonuna, verdiği hissiyata bakıyor ve kendisine hitap eden bir şeyler yakalarsa gerçekten okumaya koyuluyor kitabı. Ve bu şekilde temkinli de başlasa her an o hikayenin ya da anlatımının kendisine göre olmadığını fark edip bırakma/bırakmama yönünde tercih yapması gerekebiliyor. Bazense kana kana su içer gibi, aralarda durup nefes alıp sonra aynı aşkla tekrar dönerek okumaya devam ediyor insan. Bitince hayatında değilse bile içinde bazı taşlar yer değiştirmiş olarak.

Kimi okur takıntılı bir şekilde sadece belli yazarları okuyor. Hep aynı üslup, hep aynı bakış açısı, hep aynı söylemler, fikirler.. Her yeni kitap, aslında güvenli alanından çıkmamasını sağlayacak eski kitabın bir benzeri oluyor bu kişiler için. Bunlar yazanın söylemlerini öylesine benimsiyorlar ki her yerde her durumda onları anlatıyorlar. Şunu demiş, aman da ne kadar güzel demiş, aşmış bu adam aşmış. Ayaklı/dilli fahri temsilcilere dönüşüveriyor böyleleri. Eleştirirseniz mutlaka hafif gerilimli bir cevap geliyor, bir savunma, sanırsınız babasının kitabını eleştirmişiz, hatta onun!

Bazısı ise hiçbir şeyi ve hiç kimseyi beğenmiyor. Onun üslubu zayıf, bunun konuları işleyişi yavan, şunun meseleleri sıradan, filanca fazla ağdalı bir dil kullanıyor, falancanın cümleleri de aşırı basit... Her şeye bir kulpçular bunlar. "Neymiş arkadaş," diyorsun. "Biz bir halt anlamıyoruz herhalde bu işten.. Kendi yazıp kendi okusa ya madem."

Bir de yeni hiçbir şey okumadan, sadece eskiden okuduklarından edindiği "izlenimler" ve "hatırladıklarıyla" karşınıza çıkan, aslında hakkında hiçbir fikrinin olmadığı kitaplarla ilgili ahkam kesenler var. Bunları gözlemlemek epey ilginç. Zaman zaman da bunaltıcı.

Bu kitap/insan okuma benzetmesi aklıma bir aralar ODTÜ şenliklerinde düzenlenen "Yaşayan Kütüphane" etkinliğini getirdi. Temelde etnik, sosyal, kültürel, mesleki veya cinsel kimlikleri nedeniyle önyargılara maruz kalmış veya toplum tarafından dışlanmış insanları, aynı gerçek bir kütüphanede olduğu gibi, o sırada okuyan kimse yoksa seçip, size verilen süre boyunca okuyabilme imkanı bulduğunuz epey ilginç ve cesur bir etkinlikti. Tabii okuyanın tarafsız kalabilmesi, hikayeye ne ölçüde yorum kattığı, ne önyargılarla okumaya başladığı, nasıl bir yüzeysellik ya da derinlikle yaklaştığı gibi çok düzlemli bir yaratım söz konusuydu burada. Etkinlik artık yapılmıyor; ama isteyen her gün, her an karşılaştığı insanlara yeni birer kitap gözüyle yaklaşabilir istese. Ben üniversite öğrencisiyken bazı konularda etki altında kalırım, fikrim değişir korkusuyla belli kitapların kapağını açmaya çekinen arkadaşlarım vardı. İlginç gelmiştir bana hep. İşte insanlara da bu şekilde yaklaşıyoruz sanırım genelde. Maalesef.

Ben edebiyat okudum. Okulda edebiyat öğrenimi görmeden önce de hep edebiyat okudum, gördükten sonra da, ve hala okuyorum. Edebiyat yorum demek. Altını kitapta, satır aralarında da olsa bulabildiğin desteklerle doldurabildiğin sürece her tür yoruma açık  sayısız "yapıt" demek. Ancak biz ne ile desteklersek destekleyelim, yorum her zaman yapana ait, yazana değil; onu unutuyoruz çoğumuz. Tam da bu yüzdendir ki bir kitabın pek çok farklı yaklaşıma ait sayısız yorumu oluyor.

İşte karşılaştığımız hemen her insana da bunu yapıyoruz biz. Söylediği bir sözden, yaptığı bir şeyden, kimlerle arkadaş olduğundan, hangi takımı tutup hangi politik partiye destek verdiğinden, bir inancı olup olmadığından (bize neyse), karakterinin bize göstermeyi tercih ettiği kısımlarından yola çıkıp "yorum yapıyoruz". O kişiyi, o kitabı "kendimizce" anlıyoruz; bir de çok anlıyormuş gibi gidip başkalarına anlatıyoruz. Aferin bize.

Bir kitapla ilgili yapılan yorum nasıl eleştirene ya da okuyana aitse, bir insanla ilgili yapılan her yorum da onu ancak sınırlı şekillerde tanıması mümkün olan yorumcuya ait. 

O yüzden de çok edebiyat parçalamamak, her şeyi ve herkesi çözmüş gibi ahkam kesmemek lazım. O kitabı yazan ve o hayatı yaşayan kişi siz değilseniz, yorumunuz ancak o kitabı/kişiyi kendisi okumaya üşenip sizin sınırlı ve kişisel bakış açınızdan öğrenmeyi tercih edenlere cazip gelecektir. 

Kendiniz okuyun mümkünse. Kitabı da, insanı da. Üşenmeyin. Asla yazarı ya da yaşayanı için ifade ettiği şeye ulaşamayacak olsak ve her düşündüğümüz yorum olarak kalacak bile olsa, en azından bir başkasının o anki yaşamsal algısı, ihtiyaçları ve pek tabii ki egosuyla şekillenmiş bir hikaye yerine, sizin almanız gerekenleri bulabileceğiniz bir hikaye olur karşınızdaki.

Kitaplar güzeldir. İnsanlar da. Başkalarından dinlemeyin onları; bu ikisine de haksızlık olur. (Elbette kendime de not. Her zaman.)