Dip Köşe Toz Tutunca

sea water architecture golden color peace buddhist buddhism religion asia ancient measure extreme sport jewelry thailand spiritual sculpture tour background meditation gold boating faith buddha culture worship cleaning sacred bangkok oriental soul the symbol novice the format the scene to the east quiet and peaceful a blessing the lord relaxing holiday an unforgettablePublic Domain

Ev işleriyle aram hiçbir zaman harika olmadı. Elektrik süpürgesinin sesinden, ağırlığından, beni gitmek istediğim yönden başka yerlere çekmeye çalışmasından hiçbir zaman hoşlanmadım. Hemen arkasından gelmesi gereken yer silme olayı da pek bana göre değil. Evin bu işler bittikten sonraki halini ne kadar seversem seveyim, süreç devam ederken çok neşeli bir insan olduğumu söyleyemeyeceğim. 

Toz almak desen.. dipsiz kuyu. Eşya üstüne eşya yığdığımız, kitap üzerine kitap koyduğumuz, ıvır zıvırdan geçilmeyen "modern" evlerimizde antik Çin işkencesi gibi bir şey benim için toz almak. Halbuki uzundur unuttuğun bir köşenin tozunu almak için bezi zemine değdirdiğin an meydana gelen renk değişikliği, parlaklık nasıl güzel görünür insana. Tozu alınmış/alınmamış yerler arasındaki farkın bende yarattığı his üzerine bile koca bir yazı yazabilirim. O kadar rahatlatıcı yani..

clean your mind

Ama o bezi ıslatıp o ıvır zıvırın içine dalma sürecine başlamak.. Zul.. Sonucunun ne kadar ferahlatıcı olduğunu bilmek bile süreci daha acısız kılamıyor bazen.

Cam silmek ya da perde yıkamak gibi evin çehresini, ışığını değiştiren ulvi işlere hiç girmiyorum bile. Bu işleri düzenli yapanlar başka bir gezegenden falan süper güç veren bir gaz alıyor olmalılar; benim zor, tüp falan anca..

Bulaşık ve ütü meselesine gelince biraz durup düşünüyorum. Bulaşık yıkamayı seviyorum ben. Suyun ellerimin arasından hiç çabasız akıp gitmesini, şırıltısını, deterjan köpüklerinin dünyanın kötülüklerine karşı savaşan hoşgörülü, şefkatli pasif direnişçiler gibi bardaklardaki lekeleri yumuşak bir şekilde çıkarmasını, her şey yıkandıktan sonra süngerin tezgahta kalan lekelere de tek tek değip onları yok etmesini..seviyorum. 

Ve ütü.. Aslında seviyor falan değilim ütü yapmayı. İtinayla kaçındığım son derece sıcak bir iş kendisi. Ancak ne kadar hoşlanmıyorum desem de, ütü yaparken kafamın içinde benim için o sıralar sorun olan ne varsa bunların önce bir hizaya girdiğini, sonra yavaş yavaş çözüldüklerini ve ütü bittiğinde çoğunlukla kafamın içinin de ütülenmiş gibi kırışıksız ve düzgün olduğunu fark ettim uzun zaman önce.. Nedenini tam bilemiyorum, uzun yürüyüşlerde de aynı etki oluyor. Sanki o çamaşır dağı ufalıp karşımda düz bir ova gibi uzanmaya başladıkça zihnimin içinde yükselttiğim dağlar da daha aşılabilir hale geliyor. Tabii bu yazıyı yazmak için ütü yapmayı savsaklamış olmam ayrı mesele..
cleaning the mind ile ilgili görsel sonucu

Yoga hocalarının sık kullandığı bir benzetmedir iç-dış temizlik ikilisi. Ve derler ki temizlik bir sefere mahsus değildir. Yani yoga yapmaya başladınız ve zihniniz biraz sakinleşti, ruhunuz azıcık dinlenir gibi oldu diye bu hep böyle devam edecek değil. Maalesef. Aynı evinizi ister üstünkörü, ister dip-köşe temizleyin, ertesi hafta yine temizlenmesi gerektiği gibi. Bir kere yemek pişirip ömür boyu o yemeği yiyemediğiniz gibi. Depoyu tamamen doldursanız da, bir süre sonra yine benzin almanız gerekmesi gibi. Gibi de gibi.

Hayatta her şey tamamlayıcısıyla birlikte var oluyor. Hiçbir şey kirlenmese temizleme ihtiyacı da olmazdı, değil mi? Ya da sabah güneş doğmayacak olsa karanlık diye bir kavram, iyiliği tatmamış olsak kötülük diye bir şey, birini çok sevmesek ondan kaynaklı bir acı çekme ihtimalimiz olmazdı.

Başlıca yaşama sebebimiz olan nefesi bile alabilmek için önce bırakmamız gerekiyor. 

Bırakacaksın ki alacaksın; soğuk olacak ki yazı, sıcak olacak ki kışı özleyeceksin. Çayın bitecek ki yeni bir tane koyabileceksin şöyle demlisinden..

Spring Blossom Sunshine


İçin karardığında sabırla, şefkatle arındıracaksın kendini. Kirlendi diye bir tabağı nasıl çöpe atmıyorsan, toz tuttu diye bir kitabın değerinden yitirdiğini nasıl düşünmüyorsan, saçın yağlandığında nasıl gidip kökten kazıtmıyorsan, zihnin, ruhun ve kalbin bazen kirlendiğinde de kestirip atma kendini. Seni arındıracak olan her neyse için bilir zaten. 

Bazen müzik, bazen yoga, bazen bulaşık yıkamak, bazen sevdiğin birine sarılmak, bazen avazın çıktığı kadar şarkı söylemek, bazense sadece sessizce oturup beklemek.

Özgür Ruhlar ve Öğrettikleri

1789299_orig
~William Arthur Ward ~

Bugün okumam gereken çok kağıt olduğu için hemen her hafta düzenli olarak gittiğim yoga dersine gidemedim. Aklım orada. Hatta bedenen o dersi şu an yapmıyor olsam da ruhum bu yazıyı yazarak yoga yapıyor gibi. Küçük özgür ruhum. Jivanmukta'm.

Jivamukti dersinden bahsedildiğini ilk duyduğumda yoga pratiğim çok düzenli değildi ve hocama "Herkes çok anlatıyor; sizce şu an girebilir miyim bu derse?" diyip "Birkaç ay bekle," cevabını aldığımda hafif bir burukluk olsa da, o ayın eninde sonunda geleceğini bildiğimden çok da üzülmemiştim. Ve vakti gelip ilk Jivamukti dersine girdiğimde, dersin büyük bir kısmında hem nefessiz kaldığım hem de bedenim "Bıraaak, duuur, yapmaaa" diye bas bas bağırdığı için bırakıp izlemek zorunda kaldım. Hocamın gözleri arada üstümde geziniyor, ama ağzı hiç müdahale etmiyordu perişan halime. Bir bildiği vardı muhakkak. Yoksa ruhumu teslim etmek üzere olduğumu görmüyor olamazdı..

Hep çok inandım buna. İşini iyi yapan öğretmenlerin bir bildikleri olduğu için bazı şeyleri yaptıklarına/söylediklerine. Ve bazı şeyleri ise yine bu sebepten hiç yapmayıp hiç dillendirmediklerine. Sen kendin bulabil diye cevabı.


White Lotus Photograph by Hoi Ngan Chan
            White Lotus is a photograph by Hoi Ngan Chan which was uploaded on March 14th, 2013.

Ne şanslıyım ki kendi acemi ev pratiğimden çıkıp stüdyo matları arasına karıştığımda sonradan adeta başöğretmenlerim olan o iki kadınla kesişti yolum: Birbirinden pek çok açıdan çok farklı, ama ikisi de işinin ehli, aktardıkları bilgiyi inanılmaz derecede özümsemiş oldukları için su gibi akıtan, konuşmaya başladıklarında sonsuza kadar dinleyebileceğim iki adanmış ruh. Yoga yolunun getirdiği açılımlar karşısında zorlandığımda elimden tutan, sırtımı sıvazlayan, bitmeyen sorularımı sabırla dinleyen, bazen de uçurumdan aşağı itiliyormuşum gibi hissettirip aslında uçabildiğimi görmemi sağlayan.

Hangi konuya ilgi duyarsanız duyun, eğer sadece kendi çabanızla uzun zamanda öğrenme yoluna gitmeyecekseniz, iyi bir rehber süreci epey hızlandırıyor. Kolaylaştırıyor diyemiyorum, çünkü gerçekten karşınızdakinin bilgisine, deneyimine, yaptığı işe olan bağlılığına ve size karşı duyduğu sorumluluk duygusuna inanıp kendinizi onun ellerine bıraktığınızda, başka bir deyişle kendinizi tüm güçlü ve zayıf yönlerinizle ona açıp teslim olduğunuzda, iyi bir öğretmen zorlayacaktır sizi. Daha ileri bir seviyeye gelmek önemli ya da şart olduğu için değil; siz bir arayışta olduğunuz ve karşınızdakinin o apaçık ve deneyimlerle yoğrulmuş algısına "bir arayışın içindeyim; bana yardım et" sinyalleri yolladığınız için.




Çocukluğumdan beri yoluma ışık tutan, beni kah pışpışlayan kah zorlayan ama illa ki hep kendimin ötesini görmemi sağlayan, onlara akmış olan bilgiyi bonkörce benimle/bizimle paylaşan, derste öğrencisini kendinden önde tutan ve ruhuma dokunan tüm öğretmenlerime selam olsun buradan. 

Bu yazıdan haberleri olmasa, kimbilir belki adımı unutmuş olsalar, ve hatta bazıları fiziken artık bu dünyada olmasalar bile.. 

Sesiniz sesim, sözünüz sözüm. 

Teşekkür ederim..🙏 


Yazmasaydım, Yazamazdım

                                       


Haruki Murakami'nin Koşmasaydım Yazamazdım adlı deneme/anı kitabına gidiyor bu aralar aklım. 2-3 yıl önce yutarak okumuş, bazı yerlerinde (zaten pek sık sönmeyen) feminist damarım kabarmış ve adama sinir olmuş, ama çoğu yerinde hayranlık duymaktan alamamıştım kendimi. 

Murakami altmış dokuz yaşında. Babamdan altı yaş küçük, annemden bir yaş büyük. Başka bir dönemin insanı yani. Düzenin, disiplinin, kuralların hala önemli sayıldığı ve kıymet gördüğü, katılık değil, uzun vadede fayda sağlayan şeyler olarak düşünüldüğü bir dönemin. Tabii disiplinin, katılığın ve azmin sembolü olan Oğlak burcundan olduğunu da söyleyeyim ki bana da pay çıksın..

1982 yılında, yani 36 yaşındayken başlamış koşmaya. Her yıl en az bir tam maraton ve dünyanın çeşitli yerlerinde sayısız kısalı uzunlu yarış. Diyor ki, "Ben koşarken, yalnızca koşarım. Bir boşluğun içerisinde koşarım. Ters yönde bir ifade kullanmak gerekirse, boşluğu yakalayabilmek için koşuyorumdur belki de. Bu boşluğun içerisine bile, kopuk kopuk düşünceler doğallıkla süzülebilir. Çok normal. İnsanın yüreğinde gerçek bir boşluk var olamaz. İnsanın ruhu mutlak bir boşluğu kaldıracak ölçüde güçlü olmadığı gibi, tekdüze bir yapıya da sahip değildir. Yine de, koşarken ruhuma süzülen bu tür düşünceler (ani fikirler) nihayetinde boşluğun yan ürünlerinden öteye geçmez. Bunlar içeriklerin çevresinde değil, boşluk ekseninde oluşmuş düşüncelerdir."

Yogada çok konuştuğumuz şeyler boşluk, anda kalmak, yer açmak. Ve yoganın asanadan (poz/duruş) ibaret olmadığı. Ve işte Murakami de belli ki kendi yogasını koşuda bulmuş. 

Benim yoga ve/veya meditasyon yapmadığım zamanlardaki yogam ne, diye düşündüm. Koşarken yanaklarım zıpladığı için koşmak değil, o kesin.. Yürümek, bazen sadece sessizce oturmak, oğlumu ya da kedimi uzun uzun seyretmek ve kimi zaman da, aslında içi dopdolu bir eylem olsa da, kafa boşaltmak için yazmak.

Evet, yazmak için kafayı boşaltmak, özellikle kendinle ilgili yargılardan ve kısıtlamalardan olabildiğince sıyrılmak gerekiyor; ama bazen de asıl yazmak istediğine geçmeden önce, hiç düşünmeden çalakalem yazmak bu boşluğu sağlıyor işte. Dillendiremediklerini, konuşunca yorulacağın, kırılacağın ya da muhtemelen yanlış anlaşılacağın için yüksek sesle söylememeyi seçtiğin şeyleri kağıda ya da bilgisayar ekranına anlatınca, asıl yazmak istediğine yer açılıyor bünyede.

Yeni bir şey yaratmak için, önce kendinden kurtulman gerekiyor kısacası. Kafanda, kalbinde, ruhunda kopan fırtınaların kendilerini ortaya koymasına izin verip sonrasında meydana gelen sessizliğin ve boşluğun içinde beliren tomurcuklara, filizlere yer açmak.


Köprü


Landscape Metal Print featuring the photograph Rusty Old Bridge by Jessica Dobbs
Rusty Old Bridge is a photograph by Jessica Dobbs which was uploaded on August 21st, 2013.


1999 Nisan'ında başlamıştım öğretmenliğe.. Şaka maka 19 yıl olmuş; inanılır gibi değil.

Hep kendime anlatır gibi; en çok kendi anladığım şekilde ama mutlaka başka açılardan da bakmaya çalışarak. Hep merakla ve öğretmek kadar öğrenmeye de aç şekilde.

Bende olanı aktarmaktan keyif alarak; her seferinde sorgulayarak; bazen bildiğimi sandığım şeyi yeniden öğrenerek.

Söylenerek, kızarak, kafa ütüleyerek, gülerek, somurtarak, geyik yaparak, aşırı ciddileşip bayarak, kahkaha atarak, kah istemeden kalp kırıp kah kendim kırılarak, ama istisnasız hep karşımdakilere çok değer vererek..

Yoga eğitmenliği yapmaya başlamam asıl mesleğime kıyasla epey yeni, ama verdiğim her ders sonrası fark ediyorum ki ruh aynı. İçinize aktarma perisi kaçmışsa doğuştan, sanki o misyonla gelmiş gibiyseniz bu hayata, size bilgi ve deneyim olarak geleni iletmeden duramıyorsunuz. 

Ve anlattığınız ister yoga olsun, ister İngilizce, ister nasıl yemek pişirilir, siz aşk ve samimiyetle yaptığınız, karşıdaki de almaya hazır olduğu sürece, şifasıyla, tüm netliğiyle ve bilginin kendi bilgeliğiyle akıp gidiyor ve ulaşması gereken yere mutlaka ulaşıyor. 

Öğretmen bir köprü aslında sadece. Bir yerden bir yere daha güvenli gitme yolu, o kadar. Pes edip yarı yolda bırakanlar, bir kez geçip bir daha yolunun asla oraya düşmemesini umanlar, köprünün ortasında durup aşağıda akan suya dalıp giden ve yolu unutanlar ya da yol devam ederken istediğinin bu olmadığını fark edip yeni yol arayışına girenler. Hepsini misafir ediyor köprüler; yıllar boyunca, eskiyerek, yıpranarak ama yine de sapasağlam ve geçen yıllar boyunca her taşında deneyimin izleri kalarak.

Bir nedenden yolun, nehrin, uçurumun karşısına geçmek isteyenler için birer rehberiz. İletken, araç, kısayol, aktarıcı ve kanalız.

Hepsi o kadar. 

Yıllardır süregelen eski köprü sevdam bundan mıymış acaba? Kendimi bulmak, kabul etmek, sevmek ve nihayetinde aşıp geçmek için..

Boşluk



Rutinin, koşturmacanın, her gün sırası bile değişmeyecek şekilde tekrar eden işlerinin arasında ufacık da olsa bir an sana kaldığında ne yapıyorsun? Beklenmedik bir randevu iptali olduğunda, dolmuşu kıl payı kaçırıp bir sonrakini beklemen gerektiğinde, buluşacağın biri geciktiğinde, sabah alarm çalmadan birkaç dakika önce gözlerin açılıverdiğinde ya da uçuşun ertelenip de havaalanında saatlerce beklemek zorunda kaldığında?

En yoğun koşturmacaya sahip insan bile bu tür "boşluklarla" karşılaşır aslında. Neredeyse her gün. Belki günde birkaç kez. Ancak boşluğu fark edebilmek bir meziyetse, bu farkındalığı kendine iyi gelmek için kullanabilmek de bunun bir sonraki aşaması galiba. Tabii bunun için "boşluğu" önce kabul etmemiz, sonra içine girmek için kendimize fırsat vermemiz ve son olarak da tadına varmayı öğrenmemiz gerekiyor. 

Halbuki biz koşmaya alışığız. Ne kadar çok işimiz varsa o kadar çok anlatacak - ve aslında şikayet edecek - şeyimiz var. Ne kadar yoğunsak, o kadar "dolu" hayatlarımız var. Hiçbir şeye vakit bulamamak, oradan oraya koşturmak, hiç zamanımız olmaması yeni çağa ait bir övünç sebebi olmuş neredeyse.

Halbuki "aslolduğumuz" anlar o boşluk anları. Kendimize dönüp bakabildiğimiz. Dışarıdaki her şeyi boşverip içeride neler olup bitiyor görme şansı yakaladığımız. Nefes alıp verdiğimizi fark ettiğimiz, öten kuşu, esen rüzgarı o gün belki ilk kez duyabildiğimiz.

Ve Tao felsefesinin kurucusu olduğu söylenen iki kişiden biri olan efsanevi Lao Tzu'dan ufak bir alıntı:

Evren bir körük gibidir;
hep boş olmasına rağmen soluğu hiç tükenmez.
Üfleyecek bir nefesi hep vardır ve her zaman devamı gelir.

İnsan ise böyle değildir; 
bir körük gibi hava üflerse
sonunda nefes nefese kalır; tükenir.
İnsan hava üflemek için yaratılmamıştır; 
o sükunet içinde oturup
kendi içindeki hakikati keşfetmek için 
yaratılmıştır.

. . .

Kendini tamamen boşalt.
Zihninin huzursuzluğunu dindir.
Ancak o takdirde her şeyin boşluktan ortaya 
çıkarak
meydana geldiğine şahit olursun.

~o~




Nefes

Görsel sonucu
Breath of Providence | Matted Paper Print | Dimitra Milan – Dimitra Milan Prints


Müziği kapattım. Fokurdayan çayın altını da. Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, televizyon.. hepsi kapalı. Buzdolabı çalışıyor mecburen, ama o da kendi ritminde ve çok dikkat çekmeden. Dışarıdan ne olduğunu anlayamadım bir uğultu, arada korna sesleri ve belli belirsiz insan konuşmaları geliyor. Bir de bunları yazarken klavyeden çıkan tıkırtılar. O kadar.

Onun dışında her şey sessiz. Ben. Kedi. Masaya yaydığım kitap ve defterler. Eşyalar. Bardağımda soğumaya yüz tutan çay. Okunmayı bekleyen kağıtlar. Yazılmayı bekleyen roman. 

Nefesimizin doğal akışını net bir şekilde duyabildiğimiz anlar, sessiz kaldığımız anlar. Öfkeden kesik kesik olduğunda, sevinçten hızlandığında ya da panikten daraldığında nefesin kendinden çok hissiyatına tanık oluyoruz sanki. Halbuki sessiz ve tepkisiz şekilde durduğumuz anlarda, doğal haliyle nefesi hem hissediyor, hem duyuyor hem de yaşıyoruz. 

Bizi yaşama bağlayan ve orada tutan şey nefes. Peki biz bu incecik ama çok kıymetli ipliğe ne kadar iyi bakıyoruz? Onu günde kaç kez geriyor, kesiyor, tutuyor ya da dalgalandırıyoruz?

Hiç çaba sarf etmeden, doğal olarak yaptığın, uykunda bile seni yarı yolda bırakmayan ve seni böylesine hayata bağlayan başka kaç şey var nefes almanın dışında? 

Çabasız hali bile böylesine güçlüyken, bir de bilinçli nefes alıp verdiğinizde olabilecekleri düşünsenize..

~

"Feelings come and go like clouds in a windy sky. Conscious breathing is my anchor."

Thich Nhat Hanh - Stepping into Freedom: Rules of Monastic Practice for Novices