Hayali, Gerçeği..


O kadar çok okudum ki uzaklarla ilgili. O kadar çok izledim, düşündüm.. Öyle çok hayal ettim ki, bazılarına gerçekten gittiğimi sandım. Seneler içinde, o ya da bu sebepten kendi ülkem dışında hiçbir yeri tanıyamamak önce çok dert oldu içime - doğup büyüdüğüm ülkeyle sınırlı değildi çünkü doğup büyüdüğüm dünya - sonra yavaş yavaş bir kabullenişe bıraktı yerini ve nihayetinde bir ihtiyaç, bir tutku olmaktan çıktı. Kendi kendime, istediğim zaman ulaşabildiğim bir yer haline geldi. Kafamın içinde, gözümün önünde. Kurduğum hayallerin kokusunu, sıcaklığını, ayazını, nemini hayal etmek bana ait oldu. Üzülmekten vazgeçtim gidemiyorum diye, çünkü hayatta önemli olanın gitmek değil, gitsen de kalsan da mutlu olmaya çalışmak, anın keyfini çıkarmak, kıymet bilmek, şükretmek olduğunu öğrendim. Tuhaf bir şekilde klişe gelebilse de insanlara, önemli olanın sevdiklerinin ve kendinin iyiliği, sağlığı, huzuru olduğunu özümsedim.

O kadar çok düşünmüş, hayal etmiş, okumuş ve izlemişim ki, gerçek bir uzaklar seyahati ihtimali doğduğunda bünye tepki veremedi önce. Olağan, hep yapageldiğim bir şeymiş gibi.. Araştırma yapmaya başlayıp o ülkenin tarihini, doğasını, insanlarını okuyup sayısız video izlemeye başlayınca ise bir heyecan aldı. Haritalar çıkarmak, rotalar çizmek daha da gerçek hale getirdi durumu. Sanki çok önemli bir göreve gidiyormuşçasına çalışmak, okumak, araştırmak, fotoğraf ve videolardaki insanların bakışlarındaki derinliği, eş zamanlı hüznü ve huzuru anlamaya çabalamak. Bunları yaptıkça, gerçekten orada olacak olmanın coşkusu bastırıverdi. Yağmurun sesini hayal etmeyip gerçeğini duymak ve sırılsıklam olmak, nemin yapış yapışlığını birebir hissetmek, oranın insanlarının fotoğraflarını değil kendilerini görmek, onları konuşurken dinlemek ve anlamaya çalışmak, otobüs duraklarındaki tuhaf şekillerdeki harfleri/sözcükleri çözmeye çalışmak, mutfakta arada kullanıyor olsak da bazı baharatların yerinde, vatanında ne şekillere büründüğünü birebir görmek, tatmak.. Hayalin gerçeği..

Sanki biliyormuş gibi gideceğim bu uzak hayal ülkesine ve kimbilir bilmediğim neler görüp öğreneceğim.. Ve bunca yıldır hayatta en çok istediğim şeylerden biri olup da yapamadığım için midir nedir, şu koca dünyada en çok ben hevesliyim gibi geliyor seyahat etmeye.. :) Her yıl, hatta belki yılda birkaç kez yurt dışına çıkma şansı bulup havaalanlarını, farklı koku ve sesleri, değişik dilleri ve tarihi mekanları artık kanıksayıp olağan bulanlara kıyasla yani. Öyle buluyorlarsa tabii..

Şu an bana her sahnesi - uçağın kalkışından ülkeye tepeden ilk görüşe, havasını ilk solumaya, tarihi yerlerinden doğal güzelliklerine ve yollarına, dağlarına, suyuna, havasına kadar her şeyi - hala hayal gibi gelen bu seyahat, gitmeden bile güzel. Gitmeden yaşayabilmeyi öğrenmiş olmak epey zamanımı almıştı,. Şimdi de gerçeğinin keyfine varabilmeyi öğrenme zamanı.  


"Ben küçülünce.."


Biz büyüklerin, çocuklara büyüyünce ne olacaklarını sorup durmaktansa, bazen saçma bir şekilde övünç meselesi haline bile getirebildiğimiz koşturmacamızdan, kasvetimizden, yoğunluğumuzdan ve sınırlamalarımızdan sıyrılıp çocukluğumuzdaki özgür ve hemencecik mutlu olabilen halimize nasıl "yaklaşabileceğimizi" düşünmemiz lazım. Evet, yine o kelime: "lazım". Maalesef öyle bir kasılmışız ki büyüyünce, nasıl rahatlayıp özgürleşeceğimizi, mutlu olacağımızı bile düşünüp hesaplamamız gerekiyor. Çok fena.

Çocuk öyle mi? Neye ihtiyaç duyuyorsa onu yapıyor. Birilerinin onu takıp takmadığı, hakkında ne düşündükleri, etrafa rahatsızlık verip vermediği, yaptığı şeyin yetişip yetişmeyeceği, saatin erken ya da geç olması.. hiçbiri umurunda değil! Uykusu gelince ne zaman ve nerede olursa olsun kapatıveriyor gözlerini, başı düşüyor öne ve oracıkta dalıyor. Acıktıysa yemek istiyor, acıkmadıysa veya canı istemiyorsa allahı gelse yediremiyor. Yüksek sesle konuşunca ya da kahkaha atınca aman etraftakilere ayıp olur gibi bir hisse kapılmıyor, çünkü kahkaha içten gelen bir şey.. ve içten gelen şeyler içte tutulmak için olsaydı adları içten değil, içte olurdu herhalde! Adı üstünde, içten gelip dışa gidiyor; herkesin duyabileceği, görebileceği şekilde. 

Biz ise ne zaman yemeliyiz, ne zaman uyumalıyız, ne zaman gülüp ne zaman susmalıyızlarla heba ediyoruz bahşedilmiş şu kısacık ömrümüzü. meli, malı, meliyim, malısın, mamalısın, mamalıyız, mal(ı) mıyız?!.. Öfff!

Gülelim yahu keyfimizce.. zaten kendini bir halt sanan bir türüz.. ve her şeyi tekeline alıp üstünlüğünü bir türlü kabul edemediğimiz doğaya bile hükmetme iddiasında olan bu nankör ve burnu havada türümüze rağmen ayakta kalmaya çalışan muhteşem bir dünyada yaşıyoruz.. 

Değer mi bu kadar kastığımıza? 

Uzun lafı kısası.. uykunuz gelince uyuyun, acıkınca bir şeyler yiyin, acıkmamışsanız "aaa ama yemek saati, yemem lazım" diye doldurmayın mideyi boşuna, susayınca kana kana su için, gülmek isteyince gülün, tutmayın içinizde, somurtmak isteyince de somurtun gönlünüzce, nasıl olsa siz bile sıkılacaksınız eninde sonunda kendi kasvetinizden.. İçinizden gelen bir şey varsa, bırakın gelsin ve geçsin.. iyi ya da kötü.. çıkmasına izin vermediğiniz her şey içeride üst üste yığılacak çünkü ve nihayetinde yer kalmayınca patlayıp ortalığa saçılacak karman çorman.. 

Etrafınızdaki çocukları gözlemleyin fırsat buldukça.. Kendi çocuğunuzu, parkta oynayan çocukları, küçücük yaşlarında çalışmak zorunda kalan sokak çocuklarını.. İçinizdeki çocuk dedikleri şey, içinizden geleni tutmayıp serbest bırakmakla eşdeğerdir belki de..