Pazartesi Sabahı Yazısı

Pazartesi sabahları yoga dersi verdiğim küçük, güzel bir ekip var. Yanılmıyorsam iki yıldır (belki daha fazla süredir) birlikte çalışıyoruz. Onlar geleceği için Pazartesi günleri romana ya da yaratıcı başka bir yazıya odaklanamıyorum. Eh, madem bu ara Köşe'nin musluğu da açıldı, buraya ufacık bir şeyler yazayım da  zihnimin yazma kası başıboş bırakıldığını düşünmesin dedim.

Dersimiz sabahın erken bir saatinde. Benim uyandığım ya da oğlumun servisine, eşimin işine gittiği kadar erken değil. Ankara'da trafiğin bir anda sıkışmaya başladığı sekiz civarı işyerlerine akın saati kadar da erken değil. Herkes işine gücüne vardı, okullarda ilk dersler yapıldı bitti kadar erken.

Ev tam da dersi yaptığımız saatlerde güneş alıyor. Öğrenciler geldiğinde salon sıcacık ve aydınlık, Haydut çoğunlukla koltuğun tepesinde veya sıcak kalorifer peteklerinin üzerinde uykuda oluyor. Gelenlerin hepsi kedisever; o yüzden ders sırasında aramıza katıldığında kimse huzursuz değil. Bilakis, huzur veriyor varlığı. Minik patilerinin ahşap parkenin üzerinde çıkardığı pıtırtılar, bir anda göbeğini yayıp yanımıza yatıvermesi, baygın bakışları, ve yeterince sessizsek nefes alış verişlerinin çıkardığı dingin ses.


Bazı Pazartesiler "Of ya, ders olmasaydı da yazsaydım," diye uyanıyorum. Bir atalet oluyor üzerimde, bazen de sadece içimden gelmiyor, haftasonuna haftayı sonlandırma sakinliğinde geçmemiş oluyor ve yorgun hissediyorum. Ama ne zaman ki insanlar matlarına yerleşiyor, ben konuşmaya başlıyorum, büyülü bir şey oluyor. Ne ataletim, ne isteksizliğim, ne yorgunluğum ne uyuzluğum kalıyor. Ağzımdan hesapladığım kadar hesaplamadığım, öncesinde hiç düşünmediğim şeyler de çıkıyor ve ders sanki benden bağımsız, kendiliğinden akıyor. Ve istisnasız verdiğim her yoga dersi sonrası canlanmış,  şarj olmuş, neşelenmiş hissediyorum. Aynı 20 küsur yıldır İngilizce öğretirken olduğu gibi. O gün aklımı kurcalayan, canımı sıkan ne varsa ders anlatırken uçup gidiyor ya da kısmen çözülüyor.  Odağımı kendimden ve zihnimden başka bir şeye vermem, hemen her seferinde kafamın içinde dönenleri yumuşatıyor ve ipleri birbirine dolanmış yün yumağı yavaştan çözülüp normal şekline yaklaşıyor.

Kafanız karışıksa birilerine hizmet etmeyi deneyin. Ders anlatarak, yemek yaparak, bina çizerek, çim biçerek, dert dinleyerek, hayvan besleyerek, patik örerek. Kendinizde çakılı kaldığınızda düğüm büyüyor; odağınızı başkalarına bir şeyler vermeye kaydırdığınızdaysa, farkına bile varmadan çözülmeye başlıyorsunuz.

Malum, kediler gibi aşmış varlıklar değiliz. Huzur için uğraşmamız, vermemiz, bir şeylerden feda etmemiz ve "hatırlamamız" gerekiyor.

Herkese iyi haftalar olsun.