Rüyaların Yolu*




Bir hafta kadar yoktuk buralarda. Hem birlikte hem de arada keyfimize göre ve kendimizce hareket alanı bulduğumuz bir tatilin ardından şehrimize, evimize, kedimize döndük. 

Çocukken ailemle her yaz gittiğimiz kampta erkenden kalkıp mayomu giyer, bizimkiler kahvaltı için hazırlanırken ben sahile inip o upuzun iskeleye çıkar ve Ege sabahının çivi gibi kesen suyuna atardım kendimi. Denizde hiç kimsenin olmadığı sabah saatlerini çok seviyorum. Hala. Bu tatilde çocukluğum ve ilk gençliğimdeki o rutine döndüm, çok uzun zaman sonra.. Her sabah 6:30-7:00 gibi eşim bisikletiyle kendini çam, kekik ve adaçayı kokan yemyeşil dağ yollarına vururken biz de oğlumla sahile inip yüzdük. O hep daha çok kaldı suda, yaz çocuğu, su kuşu.. Evde, karada bu kadar yavaş olan çocuk, suda balık..

Suyun o erken sessizliğini, serinliğini ve berraklığını, güneşin tepeden üzerimize yağdırdığı ışıltıyı içimize çekerek, az konuşup çok gülümseyerek birlikte yüzmek ikimize de çok iyi geldi sanırım. Okul-iş koşturmacası olduğunda bunu yapmaya çok fırsat bulamıyoruz..

İkinci gün kendime bir kahveci buldum. Kahveci sayılmaz aslında, kafe, ama kahvesi nefisti ve benim ilk yüzme-kuruma seansımdan hemen sonra açılıyordu. Kuzuya portakal suyu, kendime sert bir sade kahve alıp tekrar deniz kıyısı.. Yanında ufak atıştırmalıklar.. Kuzu kitabını okur ya da tekrar suya girerken, ve bazen de sadece oturup uzakları seyrederken, ben bol bol yazdım. Ve uzun zaman sonra bir şeyler de çizdim. Karakalem. En sevdiğim. Denizin kollarına kendimi her bıraktığımda, üzerinde çalıştığım kitabımın başka bir penceresi açıldı ve içeri o ana kadar fark etmemiş olduğum sesler, kokular ve görüntüler girdi. Minnet duydum, çokça.. Yine. 

Yeni sabah rutinlerine geçerken genelde zorlanan ben, sanki hayatım boyunca böyle yaşamışım gibi yaptım bunları. Her gün. Hiç sızlanmadan, hiç sıkılmadan, hiç rutin gibi gelmeden.. Ve çoğumuz gibi o cümle düştü aklıma. "Buralarda yaşamak lazım." 

Ve bu kısacık ama derin tatil bir şeyi daha (bir kez daha) fark etmemi sağladı. 

Her şey izlenimlerimizden ibaret..

Çocukluğumdaki o kampa giderken hep durakladığımız bir mola yeri vardı. Kocaman bir köprünün, gürül gürül akan bir ırmağın, bir sürü yeşil başlı ördeğin, arkada devasa taş bir binanın olduğu ve kardeşimle birlikte ördeklere ekmek attığımız. O kadar canlı, o kadar net ki görüntü bende hala.. Giderken sapağı kaçırdığımız için duramadık, ama dönüşte molayı orada verelim dedik. O kadar heyecanlandım ki bu sefer kaçırmayalım diye varmadan önceki 10-15 dakika boyunca haritaya baktım. Ve kaçırmadık.

Ama bambaşka bir yere indik.. Evet köprü vardı, ama korkunç bir maviye boyalıydı ve küçücüktü. Su da akıyordu tabii ki ama hatırladığımdan daha sakin ve alçaktı; ortasında da kocaman bir fıskiye vardı. Bir sürü yeşil başlı ördek değil, sadece iki tane beyaz ördek (kaz?) vardı. Kardeşimle ördeklere ekmek attığımız yerin üstü çirkin bir şekilde kapatılmış ve içerisi lokantamsı bir yere dönüştürülmüştü. Hatırladığım gibi olan tek şey arkadaki taş binaydı ve çok güzeldi, ama o da hafızamda yer ettiği halinden epey küçüktü.

Tam bir hayal kırıklığı. Hayallarimdeki yer ve ortasına inen balta.

"Hadi," dedim eşime. "Gidelim. Burası orası değil." 


Sanırım bazı şeyleri hatırladığımız şekliyle bırakmak en güzeli. Çocukluğumun neredeyse her yazının iki haftasını geçirdiğim o kampı da bir daha görmek isterim diyordum mesela; artık istemiyorum. Orası bende öyle geniş, öyle naif, öyle ferah bir yer ki korkarım artık onu bozmaktan. Belki iskelesi hatırladığım kadar uzun değildir ya da o her tonda pembe çiçekler hiç olmamıştır. Varsın olmasın, ben gördüm ya hepsini.


Oğlumla sabah keyiflerimizden birinde karşımdaki dağları, güneşin suya bıraktığı milyonlarca ateş böceğini - benzetme kuzunun, hak yemeyeyim :) - ve bakmaktan asla bıkmadığım muhteşem gökyüzünü seyrederek yazarken, kitabımın bir sahnesi geldi oturdu önüme. Ve her daim esin kaynağı Salvador Dali. Onun o muhteşem hayal gücü, baktığı yerde gördükleri ve bize onun gibi göremeyeceğimiz şeyleri gösterme cesareti ve estetiği.. Bana o satırları yazdırdığını düşündüğüm yapıtını aradım internette. Bulamadım.
                                                                                                           
Çünkü yokmuş.

Şimdi elimde oğlum 2 ya da 3 yaşındayken bir fuardan aldığım ve artık okumadığı çocukluk kitaplarının çoğunu aralıklarla dağıtmama rağmen kendime sakladığım bir kitap var. Zihnimde beliren o resim bana aitmiş meğer. Dali'nin hayatıyla ilgili bu çocuk kitabının bu sayfası bende ne kadar yer ettiyse artık, kendimce başka bir resim çizip kaldırmışım rafa. Dali'nin gerçeküstü izlenimi, Deli'de başka bir gerçeküstü izlenime dönüşmüş. İnsan kafası inanılmaz bir şey değil mi? (Fotoğrafı bahsettiğim kitaptan çektim. *Salvador Dali ve Rüyaların Yolu. Yazan: Anna Obiols. Çizen: Joan Subirana.)

Hatırladığımız her şey, biz onları nasıl hatırlamak istiyorsak o halleriyle beliriyor zihnimizde. Hem iyi, hem de kötü olanlar. Yaşadığımız gerçeklikler var, evet, ama hem o gerçekliğin yaşandığı anki yorumlarımız, duygularımız, tarafsız olamama halimiz, hem de sonrasında o anı hatırlamaya çalıştığımızda aklımızda kalan parçalar, bizim yarattıklarımız. Ve biz sürekli yaratıp yaratıp kutulara koyuyoruz bir şeyleri. Bir insanın gerçekliğini asla bilemeyecekken mesela, onunla ilgili bir fikir/söz/yargı yaratıp biz yarattığımız için öyle olması gerektiğinden çok emin oluyoruz. Sonra onun aslını şöyle bir göz ucuyla bile görme şansımız olursa da, şaşırıyoruz. 

Evet orada, o deniz kıyısında yaşamayı, her sabah oğlumla orada yüzüp sonra sessizce kahvemi içmeyi ve eşimin bisikletle keşfettiği dağ yollarındaki köylerde bardaklardan taşan yayık ayranları içip iki bin yıllık o çam ağacının altında yeni yazılar yazmayı  çok isterdim. Ama bunu şu an burada, evimin dağınık salonunda, oğlum içeride uyurken, kedim halıda göbeğini yalar ve arada bana süzük gözlerle bakarken de yapabilirim. Birkaç gün sonra yaz okulu başlayıp moralsiz öğrencilere ders anlatırken, bir aylık ara sonrası tekrar başlayacağım yoga derslerimi verirken ve hatta akşamları yemek yapıp bulaşık yıkarken de yapabilirim.

Çünkü ben ne düşünürsem o. 

Çünkü hayal gerçekten bir güç. Ve ne para istiyor, ne pul.