Anlayamadıklarımız

                           

                                   samadhi 1

Anlam hayatım boyunca peşinde koştuğum bir şey oldu sanırım. Sözcüklerin anlamları, sanatçıların yapıtlarına yükledikleri anlamlar, insanların birbirine neden şöyle veya böyle davrandığının anlamı, inancın, duyguların, tepkilerin, ihtiyaçların, ilişkilerin, ailenin, dostluğun, edebiyatın anlamı. Doğadaki düzenin, günden güne bir anda ve tamamen değişebilen akışın, mutluluğun, hayatın ve ölümün anlamı.

Bir şeyi anlamlandıramadığımda, kafamda ona anlamıyla birlikte bir yer açamadığımda, illa ki bir süre çabalayıp sonra vazgeçtiğim zamanlar oldu. Örneğin, bir dönem, Kant'ın Prolegomena'sını okumam gerekmişti ve dil delisi bir insan olarak kitabı hem Almanca'dan İngilizce'ye, hem İngilizce'den Türkçe'ye, hem de doğrudan Almanca'dan Türkçe'ye çevirilerinden okumayı denedim. Olmadı. Hiçbir şey anlamıyordum. Anlam dille ya da bilgiyle ilgili değildi demek ki. Kafası pratik bilgiyle ve örneklerle çalışan biri olarak, Kant'ın her uzata uzata anlattığı şeyin arkasından, "Hah, şimdi örnekleyecek herhalde bu durumu," diye bekledim. Örneklemedi. Her şey havada asılı kalıyordu. Epey küfür yedi benden. Gerçekten çok uğraştım (bence), ama olmadı ve nihayetinde bıraktım. Kitabı, Kant'ı anlama çabasını, ve hatta uzun vadede, bu kitabı okumamı gerektiren yüksek lisans programını.

Bir kitabı anlayamayınca bile bu kadar canı sıkılan, morali bozulan, kapıdan girip bacadan çıkarak o anlama illa ki ulaşmaya çalışan bir insanı, varın bir de hayatın içinde hayal edin. Gülümseyerek günaydın dediği biri kafasını çevirdiğinde, çok emek verdiği bir şeyle ilgili olumsuz ve bazen beklenmedik sonuçlar aldığında,  hak etmediğini düşündüğü bir durumla karşılaştığında, her şeyi kendiyle ilgili sanacak kadar daracık bir alana sıkıştığında, meditasyon yaparken "bir şeyler" daha önce hiç deneyimlemediği şekilde şeffaflaştığında, insanlar ölüp gittiğinde..

Yukarıda gördüğünüz fotoğrafın çekildiği yer mesela. Çok gezen bir insan değilim, ama hayatımın en tuhaf, en "anlayamadığım" zamanlarından olan Sri Lanka yolculuğunda gittiğimiz ilk antik şehir olan Anuradhapura'da karşımıza çıkan Samadhi Buddha heykeli bu. Türkiye'ye döndükten hemen sonra ilk yoga eğitmenlik eğitimime başlama sebebim olan yer Sri Lanka. Ve evet, bu heykel. Taşa oyulmuş, ağzı, dili, sesi olmayan bir "nesne". Ama hayatımda hiç hissetmediğim bir şeyi ilk orada hissettim ben. 

Yerel halktan, beyaz giysili, koyu renk saçlarını at kuyruğu yapmış bir kadın parlak, koyu pembe çiçekler bıraktı önündeki yere ve dua etmeye başladı. Ve ben yine "anlayamadığım" bir şeyin içindeydim işte. Çözemediğim bir "his" vardı. Gözlerim doldu, ağladım ağlayacak haldeydim. Ama hüzün ya da kederle değil, tanımadığım o "hisle". Oradaki havayı, etrafımı incecik, ipeksi bir tülden bir şey sarıp sarmalamış hissi. Belki inançlı insanların hep hissettiği bir şeydi bu; benim içinse bir ilk. Sonradan o ana defalarca döndüğümde gördüm ve hayret ettim ki, anlamlandırma girişimim olmamıştı. Sadece vardı ve çok gerçekti. Ne anlama geldiğinin, etrafımı gerçekten bir şeyin sarmış olup olmadığının, benim Buddha'ya ya da başka bir şeye inanıp inanmamamın, gözlerimin dolmuş olmasının.. hiçbirinin belli bir anlamı yoktu ya da belki çok anlamlıydı. Sorgulamamıştım. Sadece eşime dönüp, "Beni bir 10-15 dakika bırakır mısın burada?" dediğimi hatırlıyorum. Nedenini bilmeden. Ne hissettiğimi anlamadan. Baktığım şeyin adının "Samadhi* Buddha" olduğunu bile henüz bilmiyorken. 

Bu yazı bile bir anlamlandırma çabası aslında, farkındayım. Ne kadar olanı olduğu gibi kabul ediyorum, her şeyin muhakkak bir sebebi var ve ben göremesem de bu kaosun içinde müthiş bir düzen var desem de, anlayamadığım şeyleri bu yazıyla bir kez daha dillendirip bir kutuya tıkıyorum, farkındayım: Deli'nin Anlaşılmayanlar Kutusu. 

O kutunun kapağını açıp içine doldurduğum her şeyin serbest kalmasına ve sadece oldukları halleriyle var olmalarına izin verdiğimde, belki yine anlamayacağım ama daha huzurlu olacağım sanırım. Bu olduğunda, bu blog da kendi kendini imha edecek belki ve farkına bile varmayacağız.


*"Samadhi", en bilinen tanımıyla Hinduizm, Budizm ve yoga gibi doğu öğretilerinde, ölümden hemen önce ya da ölüm anında, Bireysel Ruh'un tüm evreni algılayıp Sonsuz Ruh'la bir olduğu, insan bilincinin kozmik bilinçle bütünleştiği durum. 



Ses 1-2

Bir yıldır yazmamışım neredeyse buraya. Yarım kalan bir şeye baştan başlamak sıfırdan başlamaktan daha zor oluyor sanki. Yüksek lisans jürimi kaçırıp programdan atıldığımda ve beş yıl sonra afla tezime kaldığım yerden devam etmeye başladığımda da aynı şeyi düşünmüştüm. Yarım bıraktığım öykülere, romanlara geri döndüğümde de, kağıt üzerinde olmasa bile kafamın içinde bir şeyleri sıfırlamam gerekiyor; yoksa gitmiyor, ilerletemiyorum.

Ve bazı şeyleri de yarım bıraktığını sanıyorsun, ama aslında bıraktığın yerde bitmiş olmaları gerektiği için geri dönüşü olmuyor. 

Öğreniyorum. Hala. 

Bu blog hangi kategoriye giriyor göreceğiz ilerleyen günlerde.. Yarıda kalmış ama zor da olsa bir dönüşü olacak mı, yoksa bitmiş gitmiş ve zorlamanın manası yok mu..?

Bakalım..