Boşluk



Rutinin, koşturmacanın, her gün sırası bile değişmeyecek şekilde tekrar eden işlerinin arasında ufacık da olsa bir an sana kaldığında ne yapıyorsun? Beklenmedik bir randevu iptali olduğunda, dolmuşu kıl payı kaçırıp bir sonrakini beklemen gerektiğinde, buluşacağın biri geciktiğinde, sabah alarm çalmadan birkaç dakika önce gözlerin açılıverdiğinde ya da uçuşun ertelenip de havaalanında saatlerce beklemek zorunda kaldığında?

En yoğun koşturmacaya sahip insan bile bu tür "boşluklarla" karşılaşır aslında. Neredeyse her gün. Belki günde birkaç kez. Ancak boşluğu fark edebilmek bir meziyetse, bu farkındalığı kendine iyi gelmek için kullanabilmek de bunun bir sonraki aşaması galiba. Tabii bunun için "boşluğu" önce kabul etmemiz, sonra içine girmek için kendimize fırsat vermemiz ve son olarak da tadına varmayı öğrenmemiz gerekiyor. 

Halbuki biz koşmaya alışığız. Ne kadar çok işimiz varsa o kadar çok anlatacak - ve aslında şikayet edecek - şeyimiz var. Ne kadar yoğunsak, o kadar "dolu" hayatlarımız var. Hiçbir şeye vakit bulamamak, oradan oraya koşturmak, hiç zamanımız olmaması yeni çağa ait bir övünç sebebi olmuş neredeyse.

Halbuki "aslolduğumuz" anlar o boşluk anları. Kendimize dönüp bakabildiğimiz. Dışarıdaki her şeyi boşverip içeride neler olup bitiyor görme şansı yakaladığımız. Nefes alıp verdiğimizi fark ettiğimiz, öten kuşu, esen rüzgarı o gün belki ilk kez duyabildiğimiz.

Ve Tao felsefesinin kurucusu olduğu söylenen iki kişiden biri olan efsanevi Lao Tzu'dan ufak bir alıntı:

Evren bir körük gibidir;
hep boş olmasına rağmen soluğu hiç tükenmez.
Üfleyecek bir nefesi hep vardır ve her zaman devamı gelir.

İnsan ise böyle değildir; 
bir körük gibi hava üflerse
sonunda nefes nefese kalır; tükenir.
İnsan hava üflemek için yaratılmamıştır; 
o sükunet içinde oturup
kendi içindeki hakikati keşfetmek için 
yaratılmıştır.

. . .

Kendini tamamen boşalt.
Zihninin huzursuzluğunu dindir.
Ancak o takdirde her şeyin boşluktan ortaya 
çıkarak
meydana geldiğine şahit olursun.

~o~