Deli Kaf Dağı'ndan bildiriyor


Akıl mı daha tuhaf, kalp mi.. yoksa ikisi belli durumlarda iç içe geçip aynı şeye mi dönüşüyorlar? Aynı anda birden fazla hissi, düşünceyi, kişiyi, yaşanmışlığı, sert, delikli bir hasır sepetin içinde, ama pamukların üzerine konmuş halde önünüze bırakıp giden, yüzünü seçemediğiniz, bulanık bir "kalpakıl" var herhalde..

İç içe her şey, herkes. Üst üste binen resimler var, dönüp duruyorlar izinsiz, bazen ayrı gayrı, bazen karman çorman, bazense anlaşılması güç bir bütünlük içinde.

Beynimi de saatimi çıkarıp başucuma koyabilidiğim gibi çıkarabilmek istiyorum bazen. Saat nasıl sınırlıyorsa beni (ve bileğimi), ama aynı zamanda önümü görmeme yarıyorsa, beynim de hem açıyor beni dünyaya, hem kapatıyor kendine.

Biri bitip bir diğeri başlayan fotoğraf karelerinin ardı ardına geldiklerinde oluşturdukları hikayeler yoruyor bazen. Ama benim hikayelerim onlar. Ve hep bende olacaklar. 

Böyle uçuş uçuş şeyler var işte aklımda. Arada havada asılıp kalan, arada süzülüp konacak bir zemin bulan ama sonra en ufak esintiyle tekrar havalanan..


Katman katman her şey sanki.. yeni bir şeyler eskisinin üstüne binince eski kaybolup gitmiyor; yeninin yerini/zeminini sağlamlaştırıyor aksine. Eski olmazsa yeni olmaz; ama eskiye takılıp kalırsan da yeniye yer açılmaz. Hiç tek başına, havada asılı duran bir dağ gördünüz mü? Ya da dibinde kum olmayan dipsiz bir deniz? Her şey, başka şeylerin oluşumu sayesinde var aslında. Teklik diye bir şey yok. Her şey "çok" üzerine kurulu. Ha, yapayalnızız, o ayrı. Yaman çelişki.

Özlü sözler yazısına dönüşmeden bitirmeli.

Bitti madem.

Bugün


Bazı günlerin zor olacağı daha sabahından belli eder ya kendini. Uyandığınızda, kalktığınızda değil, gözünüzü odanıza daha yeni açtığınızda, göğsünüzün üzerinde görünmez biri oturuyordur sanki, nefes alamazsınız; hem kalkmak istemezsiniz, yana dönsem yuvarlanır düşer mi ki üstümden dersiniz, hem de bir an önce fırlayayım ki yataktan, başladığı gibi bitsin bugün çabucak diye geçirirsiniz içinizden. 

Nihayet eliniz yüzünüz, üstünüz başınız, yani 'dışınız', insani bir görünüme bürününce, müzik açayım bari dersiniz, ve çalan en saçma şeyler bile gözünüzü doldurur. Hala evdeyseniz sorun yoktur bunda; nihayetinde makyaj tazelenebilir..  ama kulağınızda müzikle yolları aşındırmayı başladığınızda, yürüyerek, dolmuşla ya da otobüsle (hayır, arabayla değil, orada da ağlarken özgürsünüzdür çünkü), kulağınızdaki müziği kapatmanız gerekebilir gözlerinizin dolduğu görülmesin diye. Hele ki insanların yanında ağladığı pek görülmemiş türdenseniz. Güneş gözlükleri bir yere kadar idare eder; idare etmediği noktada cam kenarında oturuyorsanız şanslı hissedersiniz kendinizi, çünkü o tarafa döndüğünüzde yanınızdaki fark etmeyecektir gözlüğün altından iniveren o minicik damlayı. Öyle umarsınız en azından.

Gideceğiniz yere vardığınızda kimseyle karşılaşmamayı umarsınız. Ama illa ki karşılaşırsınız elbette. Neyse ki herkes kendi derdindedir çoğunlukla, ve başkalarının sıkıntısını bir bakışta anlayabilmek için belli bir yakınlık ya da hassasiyet seviyesi gerekir; bu sayede, gülümseyip 'Günaydın' dediğinizde, ve hatta durup birkaç kelam ettiğinizde ayak üstü, Murphy'nin 'Gülümse, ne düşündüğünü bilemesinler' kuralı devreye giriverir. Bir an için iyi bile hissedebilirsiniz kendinizi. Sonra insanlar kendi yoluna gider ve siz nereye gideceğinizi çok da bilmediğinizden bir yolunuz varmış gibi yaparak devam edersiniz.

Böyledir bazı günler. En yakınındakilere ihtiyaç duyar insan. Dik kafalı ve yardım istemekten acizse öteden beri, birilerine böylesine ihtiyaç duyduğu için nefret eder o gün kendinden. Kendi kendine yetebilen, duygusal anlamda neredeyse tamamen bağımsız olanlara imrenir ve olamayacağını bile bile, 'Ben de bir gün ihtiyaç duymayacağım kimseye' der. 

Tam da böyle günlerdedir kimseye ulaşamadığınız, bütün telefonların kapalı olduğu ya da hemen her aramanın cevapsız kaldığı. Sizden daha büyük bir şey, o gün özellikle tek başınıza kalmanız gerektiğini düşünüp kurgulamış gibidir sanki tüm adımları, ve boğulur gibi olursunuz bir an. 

Ve sonra.. biter o gün. Her günün illa ki bittiği gibi. Yastığa başınızı koyduğunuzda, bilirsiniz ki, yine olacaktır bu tür günlerden. Ve yine geçecektir. Artık cidden 'büyüdüğünüzü' ve bir halt olduğunuzu sandığınız zamanlarda pat diye çıkagelip, hala öğrenmeniz gereken çok şey olacağını hatırlatmak içindir belki de bu günler.

Ve illa ki geçerler.