Görünen

-Yazıldığı tarih: 29.04.2011-



“Bugün attığım her adıma dikkat etmeliyim. Salyangozların hepsi ipini koparıp ortalığa çıkmıştır simdi. Yer yer gruplar halinde, yer yer tek takılarak yeşillikleri bırakıp taş patikalara atmışlardır kendilerini. Zayiat çok olur bugün.”

Neden severler böyle havaları bilmem. Bulutlar güneşin elini kolunu bağlayıp bize ulaşmasını engelledikleri için midir ki böyle yollara düşmeleri? Hava hazır serinken olabildiğince yol kat edebilme arzusundan mı acaba ölme ya da sakat kalma riskini sorgusuz göze alabilmeleri? Ya da risk diye bir şey var mı onlar için? Belki de bu kavram sadece biz insan evlatları için geçerlidir. Kimilerinin dediği gibi, sözcükler ve dildir belki de hayatımızı kontrol eden ve insan dışındaki varlıklar tam da bu yüzden daha az komplike hayatlar sürebiliyorlardır.

Peki onlardan bihaber yaşadığım(ız) güneşli günlerde nerelerde oluyor bu yaratıklar? Çimlerin arasında böylesine görünmez olmaları mümkün mü cidden? Normalde tek bir tanesi bile çarpmazken insanın gözüne, yağmur göğün içinden çıkageldiği anda, sabahları “hu-hu-hu” diye öten, adını bilmediğim o kuşlarla birlikte dökülüveriyorlar ortalığa. Sanki hep bu anı beklemişler çimlerin içinde, her an – çok yavaş da olsa – bir depar atmaya hazır şekilde. Diyeceğim şu: bu sabahki salyangoz trafiğini göz önünde bulundurduğumda otların içinin salyangoz kaynıyor olması lazım. Dip dibe, koyun koyuna komün bir hayat yaşıyor olmaları. İrili ufaklı, adi kabuk olsa da incecik ve kırılgan zırhlara sahip, bir asit yağmurunda muhtemelen en hızlı eriyip gidecek olanlar gibi görünen tuhaf yaratıklar bunlar.

Korkusuzlar. Sevdikleri şeyi hisseder hissetmez ateşe atıyorlar kendilerini. Bizim gibi kılı kırk yarıp binbir soru sormadan, hop diye çıkıveriyorlar ortaya. O an önemli onlar için, sonrası değil. Belki de sonraları olmadığı ya da hep ayni olduğu için. Bir döngünün hem zorunlu hem de ironik bir şekilde vazgeçilmez parçaları oldukları gerçeğini biliyorlar belki de. Saçmalıyorum. Olay bu işte. Gerçekliği aradıkları falan yok. Gerçekliği yaşıyor onlar. Uykusunu alamamış bir öğrencinin ya da egosunu cehennemin yedi kat dibine çıkarmak isteyen birinin ayakları altında pelte haline gelmeden önce tadını çıkarıyorlar yağmurun, nemin, hayatın. 

Bir keresinde, yine böyle yağmurlu bir günde bir tanesinin yanına eğilip, “Ezerler seni burada kuzum,” dedim. Gölgem üzerine düştüğü anda içine çekilip kabuk oldu beriki. Ve ben, haddini bilmez, her şeyi kontrol edebileceğini sanan, bunu kendine hak gören şişkin egolu insankızı, yavaşça çimlere doğru yuvarladım onu. Aklımca ezilmekten, acı çekmekten, yaralanmaktan, hatta ölmekten kurtardım onu. Aferin bana. Sanki o benden böyle bir şey istemiş gibi. Sanki ben özümde çok iyi bir mahlukatmışım ve bu hareketi bencilce bir şekilde kendimi rahatlatmak için değil de, sırf onun iyiliği için yapmışım gibi.

Ve ben koyu yeşillerin arasındaki soğuk betonun üzerinde kayan spor ayakkabılarımı sürüyerek cesaretten çoğunlukla yoksun hayatımın bir başka iş gününe doğru yorgun adımlar atarken, o muhtemelen hiç iplemedi beni ve benim onu “kurtarma” çabamı. Ve kendi gerçeğini yasamaya devam etmek üzere usul usul sıyrıldı çimlerden ve önce uzunca bir ot parçasının üzerine tırmanıp minimal hareketlerle uzadı yukarı doğru, havayı soludu, sonra da attı kendini yollara.

NOT: Normalde yaptığımın aksine, bu yazıyı yazarken hayal gücüme gölge düşmesin diye hiç okuma yapmadım salyangozlar ve yağmur ilişkisi üzerine. Sonrasında ufak tefek birkaç şey okuduğumda ise bunun doğru bir karar olduğunu gördüm. Zavallılar kayaların falan dibinde yaşadıklarından, yağmur suları ortalığı basıp da ıslaklık ve rutubet had safhaya erişince boğulmamak için yüzeye çıkarlarmış meğer. Kahramanımdı halbuki onlar benim. Anı yasayan küçük cesur yaratıklar. Meğer sadece yaşam mücadelesiymiş onlarınki de. Ne bekliyordum ki?