Kütüphaneden Evler

İçinde kütüphaneler olan evlerde yaşamaktansa, içinde evler barındıran kütüphanelerde yaşasak.


Kocaman, kemerli kapısından girsek içerisine kütüphanenin. Giriş katının bir tarafında sayılamayacak kadar çok kedisi olan yaşlı bir kadın olsa; diğer tarafında sokak kapısından geleni geçeni seyreden darmadağınık saçlı, çatlak profesör modunda bir adam.



Girişin üstünde bir tarafta genç, acemi, umutsuz bir yazar yaşasa, diğer tarafta onlarca romanı yayınlanmış, beyaz sakallı, gözlüklü, çok güzel bakan bir başka yazar. Genç olan gıpta ederek, hatta bazen hasetle baksa yaşlı olanın açık kapısından içeri. Biri bilgisayarda yazsa, öteki daktiloda. Biri kahve içse, diğeri viski.



Bir üst kat bir ressamla bir müzisyenin ortak kullanım alanı olsa. Biri çaldıkça öbürü çizse, o çizdikçe de diğeri daha bir şevkle çalsa.



En üst katta da ben olsam. Çatı katındaki yuvarlak pencerenin önünde. Heidi gibi. Önümde uzanan dağları, ırmağı, ormanı seyredip hayallere dalsam. Mis gibi kahve kokusunu içime çekerek, sevdiklerimle birlikte bir kütüphanede yaşıyor olmanın verdiği huzur ve mutlulukla gülümseyip dursam.


Tabii bu arada, girişteki onlarca kedi çaktırmadan tüm katlara yayılıp kütüphaneden evlerin en rahat köşelerine kurulsa. Kitap ve boya kokuları içinde, müzik, daktilo ve klavye sesleri arasında mırıl mırıl uyusa.


Biz de okusak, okusak okusak...