Gök delindi.




Delinmesi bekleniyordu ama ben böylesi bir şey ummuyordum yine de. Gökyüzü apaydınlık. Ağaçların yaprakları, üzerlerine inen sağanakla hem kıpır kıpır, hem de ışıl ışıl. Çalışmak için sessizliği, rafların ıssızlığını seçmiş pek çok insan şu an ders kitapları, bilgisayarları ve defter-kalemleriyle birlikte mahsur kalmış durumda. Öyle çok yağıyor.



Ve ben… üzerimde incecik, kolsuz bir bluz ve ondan da ince bir hırkayla kalakaldım. Ne şemsiyem var, ne montum. Yani şu anda dışarı çıkmam durumunda değil iliklerime, hücrelerime kadar ıslanmam işten bile değil.



Ama azalıverdi işte. Yeşili daha yeşil, maviyi daha mavi yaparak, değdiği her şeyi adeta cilalayarak yağdı, yağdı, yağdı… ve çekti gitti. Ve işte güneş. Kesin bir yerlerde gökkuşağı çıktı şu anda, ama benim oturduğum yer sınırlı bir manzarayı çerçevelediğinden göremiyorum. Gökyüzü gri-beyaz-koyu mavi, ağaçlar yeşilin her tonu. Bulutlar göç edercesine ağır ağır ve birlikte hareket ediyorlar. Önce karartıp sonra ışıtacak yeni yerler arayışındalar sanki. Onlar her geldiğinde başka bir dünya sarıyor sanki etrafımı. Bilinmeyen, ürküten, ama buna rağmen her nasılsa daha korunaklı.



Hala deli gibi yağıyor. Ama deminki gibi zırdeli değil. Birdenbire indi, şaşırttı, gülümsetti ve şimdi de oturdu sanki çimlere ve güneşle birlikte kahvesini yudumluyor keyifli keyifli.



J