Cevapsız çağrı...dağlardan


Son üç gündür - tatili fırsat bilip yayılırken - Nasuh Mahruki'nin Bir Dağcı'nın Güncesi'ni okudum. Mahruki kitabın birinci bölümünde 1992 yılında Bilkent'ten mezun olduktan hemen sonra Kafkasya Dağları'ndan 7010 m.'lik Khan-Tengri'ye yaptığı tırmanışı, bu yolculuk sırasında içinde yaşadıklarını anlatıyor; ikinci bölüm birtakım dergi ve gazetelerde yayınlanmak üzere yazdığı, farklı tırmanışlara ilişkin kısa kısa yazılardan oluşuyor - beni en çok Pobeda'yla ilgili olan etkiledi; en sonda da bu tırmanışlardan bazı görüntülerin yer aldığı "Fotoğraflar" kısmı var.
Son iki yazımı okuyanlar Mahruki'yi ne kadar kıskandığımı tahmin edebilirler sanırım. Yanınızda kendi mücadelesi için orada olan ve gerektiğinde size ellerinden gelen her desteği verecek birkaç insanla, hiçbir rekabet içine girmeden yalnızca ve yalnızca kendi limitlerinizi sınamak, zorlamak, Rusya'nın ortasında bembeyaz bir dağın zirvesine doğru adım adım ilerlemek, yediğinizi-içtiğinizi yanınızdakilerle paylaştığınız nice soğuk, karanlık, korkutucu geceler geçirmek, ama nihayetinde oraya varmak. Olmak istediğiniz yere. 7000 metrelik bir dağın doruk noktasından dünyaya bakmak. Başarabileceğinizi kendinizden başka hiç kimseye kanıtlamak zorunda olmamak ve buna ihtiyaç duymamanın verdiği özgüven ve huzur.
Ah be babacım... keşke üniversite birinci sınıfta okurken "Dağcılık kulübüne girmek istiyorum" dediğimde bana maymun iştahlı diyip önümü tıkamasaymışsın... Bak çıktı işte tam 12 yıl sonra. Hem izin verseydin zaten daha yürüyüş aşamasında yorulup bırakırdım muhtemelen, en azından senden çıkmış olurdu bu sorumluluk :)) İnsanların deneme arzusuna gem vurmamak lazım. Yoksa daha sonraki hayal kırıklıklarından kısmen siz sorumlu oluyorsunuz - kısmen, çünkü eğer gerçekten aklımı koymuş olsam herhalde onu dinlemez ve ne pahasına olursa olsun yapardım.
Tabii belki de hayatımı kurtarmıştır babamın benim adıma aldığı karar.
Sorun şu: bu kararın hayatımı kurtarıp kurtarmadığını hiç bilemeyeceğim...